28 ŞUBAT 1997’DE NE OLMUŞTU?

Abone Ol
 Ülkemiz tüm kurum ve kuruluşlarıyla hızla siyasal iktidarın dayattığı yeni yapılanmaya entegre  oluyor. Öyle ki, AK Partisine onun neo liberal emekçi düşmanı politikalarına karşı durmak bile kolayca “darbeci yandaşı”,”balyozcu”, “Ergenekoncu” vb. yalınsamaları da beraberinde getiriyor. Şimdi de “28 Şubatçı” söylemiyle yeni bir “sürek avı” başlatılmak üzere.

      Bilindiği gibi, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında alınan kararlardan hareketle ülkemiz siyaset terminolojisine bir “28 Şubat Süreci” kavramı girmiş,bu süreçte “askeri vesayet” yanında yer alan “hür basınından”, “sendikasına” bir çok kurum ve kuruluşun ibretlik halleri tap taze belleklerimizde durmaktadır.Geçtiğimiz 12 Nisan 2012 günü 28 Şubat sürecine ilişkin başlatıldığı servis edilen operasyonlarla göz altına alınan askeri sorumlular üzerinden AK Partisi kendisi dahil yeni düzenini iyice tahkim etmeye yönelmiştir.

     Bu operasyon için “rövanşist mi, hukuksal mı, guguksal mı diye sürüp giden tartışmaların gerisinde sermayenin klikleri asındaki iktidar mücadelesinin AK Partisi çevresinde sıkı sıkıya kenetlenen sermaye guruplarının kesin üstünlüğü görülmektedir.

     Elbet bu yenilgide kendi solunu sürekli ve sistematik olarak tasfiye eden Cumhuriyetin kurucu iradesi sonunda kendisi de tasfiye olarak dönüşmüştür. İslam dünyasına bir model olarak sunulan “Ilımlı İslam” rejimi, “Yeşil kuşak” projesinin güncellenmesinden başka şey değildir. 
       
    Şöyle bir bakıldığında yalnızca ülkemizde değil, aslında bütün “İslam” dünyasında “birinci cumhuriyetler” tasfiye olmaktadır. Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanmasının bir ürünü olan Cumhuriyet, AK Partisi iktidarı eliyle ve ABD emperyalizminin yol göstericiliğiyle “Arap baharına” örnek gösterilecek bir rejim haline getirilmiştir.

     Irak, Cezayir, Tunus, Mısır ve bugün Suriye de oluşturmak istedikleri yönetim modeli ülkemizde hayat bulan ve on yıldır güvenirliği ispatlanmış AK Partisi modelidir. Yani model geçen yüzyılın başında olduğu gibi bu yüz yılın başında da yine ülkemizdir. Bu nedenle Türkiye’de süreci sonuçlandırmak ve yeni rejimi konsolide etmek gerekmektedir. Ergenekon davalarının devamı sayılabilecek son operasyonun Türkiye’nin sınırlarını aşan anlamı da budur. Bir parti ve iktidar modeli olarak AK Partisinin, ABD ve Batı’nın nezlindeki değeri de buradan gelmektedir.

       Aslında 28 Şubat ülkemiz öznelinde Avrupa dan 6 yıl sonra soğuk savaş konseptinden yenidünya konseptine geçişimizin bir tezahürü olarak ta görünmektedir Türkiye’nin paralel anayasası diyebileceğimiz Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden komünizmin baş tehdit olmaktan çıkarılıp, “irticanın” , “bölücülükle” birlikte öncelikli ve baş tehdit olarak değerlendirilmesinin nedeni budur. Öyle ki, 28 Şubat döneminde yeniden düzenlenen belgede, “ırkçı milliyetçilik” ve “ülkücülük” de tehdit değerlendirmesi içine alınarak, Soğuk Savaş dönemindeki “yasak ilişki” sonlandırılmak istenmiştir.

      TSK’nın 28 Şubat döneminde sistematik bir baskı uyguladığı da gerçektir. Fakat bu baskı, bırakın darbeyi, bir muhtıra düzeyine bile ulaşmamıştır. Ayırt edici özelliği şudur; söz konusu dönemde her siyasal eylem ve işlem en azından formel hukuk içinde kalmış, yasal çerçevenin dışına çıkılmamıştır.

     Örneğin Meclis açıktır. Hiçbir özel tutuklama gerçekleşmemiştir. Siyasal davalar açılmamış, hapishaneler doldurulmamış, işkence tezgâhları kurulmamış, gazeteler yasaklanmamış, dernekler vakıflar kapatılmamıştır. RP’nn Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması bile AHİM de kabul görmüş formel hukuk açısından kapatılmasında bir sakınca görülmemiştir. Yapılan şey sadece 8 yıllık kesintisiz ve zorunlu ilköğretim düzenlemesidir. Bu uygulama ise, 1960’lı yıllardan itibaren bütün eğitim şuralarında tartışılıp hakkında defalarca karar alınan bir konudur.

      Hatırlanacağı gibi, Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi (RP) ile Tansu Çiller yönetimindeki Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyon hükümeti, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından yaklaşık 5 ay sonra istifa etmiştir.

      Üstelik Rahmetli Erbakan, Başbakanlığı koalisyon ortağı Tansu Çiller’e devretmek istemiş ve bu şartla istifa etmiştir. Erbakan Hoca’nın siyasi benliğimize yer etmiş ünlü sözlerinden “Biz havada ikmal yapacağız” sözü Refah Yol Hükümetinin “başbakan” değiştirerek yoluna devam edeceğini göstermesi açısından çok önemlidir.

      Olan şudur; dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Erbakan’ın istifası üzerine yeni hükümeti kurma görevini Askerden aldığı “cesaretle” Çiller’e vermemiş, böylece hükümet de düşmüştü. Ortada bir darbe değil, Demirel manevrası vardı. Eğer bir darbe olacaksa bile bu önlenmişti. Nitekim dönemin genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, “Nizamiye kapısından döndük” derken bunu kast ettiği dönemin tüm siyasal yorumcularının ortak görüşüdür. Siz hiç kendisine karşı darbe yapılan bir hükümetin 5 ay daha görevde kaldığını gördünüz mü? Ortada, geniş bir “sivil” kesimi de yanına alarak baskı uygulayan bir TSK ve onun deyim uygunsa "lobi" çalışmalarını aşmayan bir durum vardır.

      Sonuç olarak Refah Partisi ve Milli Görüş kadroları “marjinaliz” e edilmiş  AK Partisi küllerinden doğan Zümrüt-ü Anka kuşu gibi ülkemiz siyaset sahnesine çıkmış, iktidar olmak için Batı ve ABD ile çatışmak yerine onlarla uzlaşmak gerekliliğini bilince çıkartıp “milli görüş gömleğini çıkartıp attıklarını” söylemekten bir an bile tereddüt etmediler.

     AK Partisini iktidara  taşıyan, ona ülkeyi dikensiz gül bahçesi haline çevirerek teslim eden “28 Şubat Sürecinin” bizatihi kendisi ve o dönemki asker, sivil yetkili, etkili karakterleridir.Şimdi “mağduru” oynamaları davaya “müdahil”  olmayı dillendirmeleri olsa, olsa  “ahde vefasızlık” olarak nitelendirilir.AK Partisinin ahde vefa konusundaki sicili ilgili kamuoyu tarafından gayet net bilinmektedir.

                                                                                                                                                                           
                                                                                                                   Göksel Rıza Özkan
                                                                                                                     Eğitim Emekçisi