6356 sayılı yasa ile işçi ve emekçilere dayatılan çalışma koşulları

Abone Ol
      Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu yani 6356 sayılı yeni çalışma hayatını düzenleyen yasamızın bir zorunluluğu olarak her yılın Ocak ve Temmuz aylarında açıklanması gereken çalışma yaşamıyla mündemiç verilerin Ocak ayı rakamları Resmi Gazete’de yayınlandı. Sayısal verileri değerlendiren DİSK-AR gibi araştırma kurumları peş peşe kendi değerlendirmelerini yayınlayarak ilgili kamuoyunu bilgilendirme, emekçiler gözünden raporu yorumlama çalışmalarını geçtiğimiz hafta tamamladılar.
 
     Hemen belirtmeliyim ki tüm sayısal veriler sendikalaşma oranlarının işçi sınıfı içerisinde gerilediğini, esnek ve güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaştığı,(Taşeron veya alt yüklenici diye tabir edilen işverenler yanında çalışan emekçilerin sayısı 1,5 Milyon kişiyi aşmış durumda) örgütlenmenin önündeki yasal engellemelerin işverenlerin ekmeğine yağ sürerek karlılık oranlarını “krize” rağmen arttırdıklarını  ilk okumalarımızdan anlaya biliriz.
 
      SGK verileri esas alınarak  hazırlanan tebliğ, “Barajı yüzde 1’e düşürüyoruz, sendikalaşma oranını yükselteceğiz” retoriğine (söylemine) rağmen “esas fikrinin” somut bir tercümesi oldu: Sermaye ve temsilcileri, işçi sınıfının giderek erimiş olan toplusözleşme hakkına ve nispi güvenceye sahip kesimlerini de türlü dalaverelerle yok ederek tüm işçileri taşeron işçisi durumuna düşürmek istediklerin yalın bir şekilde bizlere sunuyor.
 
       Geçtiğimiz günlerde SGK verileriyle nasıl bir “okus pokus” yapıldığına tanık olduk. Sağlık işkolunda 10 bin taşeron işçiyi örgütlemeyi başarmış olan Dev Sağlık-İş’in nasıl yetkisizleştirildiğini hep beraber gördük. Sendikanın örgütlediği işçiler, taşeronluk sisteminin yaygınlık ve derinlik bakımından son derece kökleştiği sağlık iş kolunda çalışan işçiler olmasına rağmen, SGK kayıtlarına başka işkollarında çalışıyormuş gibi geçmişti. Veriler bu kayıtlara göre oluşturulduğu için 10 binden fazla işçiyi örgütleyerek “barajı” fiilen aşmış olan Dev Sağlık-İş yetkisiz ilan edildi! Daha işin başında döndürülen bu “fırıldaklar” bundan sonrasının anlaşılması için son derece açık veriler sunuyor!
 
      Tüm bir işçi ve emekçileri güvencesiz-esnek-örgütsüz hale getirmekte önemli bir sıçrama noktası olan bu 6356 sayılı yasanın asıl şiddeti, önümüzdeki yıllarda görülecek. Keza şimdilik çalışma rejiminin en stratejik halkasını oluşturan sendika ve TİS hakkının tümüyle tasfiyesi kapsamlı sarsıntılarla değil, çeşitli ara formüller-oyalamalar üzerinden sürece yayılmış sarsıntılar biçiminde yönetiliyor. Bu süreç bence gelebilecek tepkileri baskılamak veya sönümletmek için yaklaşık 5-6 yıllık bir zamana yayılarak işletilmek isteniyor.
 
      5-6 yıl içinde Türkiye işçi sınıfının mücadelesine de bağlı olarak, alışık olduğumuz tüm parametreler altüst edilerek işçi sınıfının tamamen örgütsüzleştirilmesi ya da Hak-İş gibi işçi sınıfına “ihanet” çizgisinde bir sendika eliyle zaptı rap altına alınarak kendi içerisinden denetim altına alınması hedefleniyor. Elbette bu, biz emekçilerin mücadele düzeyine göre ilerleyecek bir süreçtir. Sermaye ve temsilcilerinin hesaplarını bozacak olan, emekçi yığınların bu gerçeği tersine çevirecek dinamiklere asılmasıdır!
 
      Kapitalist üretim tarzını 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde ulaştığı üretim organizasyonunun yarattığı “atomizasyon” ve parçalanmayı karşılayacak yeni tarzda bir örgütlenme ve militan bir mücadele ekseni, zenginlerin tüm hesaplarını allak bullak edebilir! Böyle bir mücadele, bırakalım örgütsüzleşmeyi, emekçi sınıfın derinliklerine nüfuz eden kapsamlı bir çalışmayla çok daha güçlü bir örgütlenme ve sınıfın bütünü lehine güçlü kazanımlar yaratacağı unutulmamalıdır.
 
     Bu nedenle de zenginlerin ve siyasi temsilcilerinin ne yapmak istedikleri ortadayken onun sınırları içinden düşünüp, “ama bu şuna aykırıdır”, “bu böyle olmaz” demek, gelinen noktada “teşhir” dışında bir anlam taşımıyor. Aslolan, yapılmak isteneni tersine çevirecek yeni bir düzlem, mücadele ruhu ve bilinciyle alanlara çıkmaktır. SGK’nın son verilerinde de görüldüğü gibi işçi sınıfının sayısal oranı geometrik biçimde artıyor. İşverenler bu gerçeği örgütlenme düzeyini en alt sınıra çekerek dengede tutmaya çalışıyor.
      Bir bütün olarak işverenlerin yeni stratejik hedefleri kapitalist üretimde sıçramalı bir gelişime odaklanmış durumda. Toplumun işçileşmesinin daha da derinleşeceği bu düzlem, sınıf mücadelesinin en alt sınıra çekilmesini dayatıyor. Sınıf bilinçli sendikal kadrolar ve onların etkilediği emekçiler içinse yepyeni mücadele ve örgütlenme biçimlerinin temelini oluşturuyor.