Ah Ülkesi
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Oynayanlar :
Öğretmen
Doruk
Büyük bir bayrak, arkasında askerler…
(Geri plandan insan sesleri yankılanır. Mehter marşıyla perde açılır)
İnancınıza okuyarak, öğrenerek ve düşünerek kendiniz yön verin…ALLAH ile kendi aranızda aracılar bulundurmayın…
Öğretmen :
Haini bol, maşaları çok olan Ah Ülkesi’nde, herkes Vatan isimli bir gençten bahsediyormuş… Bu gencin kendisinden çok ismi ve yazdıkları dilden dile dolaşıyormuş… Kuran yerine başka kitaplarla ortaya çıkan insanların Ah Ülkesi’nde estirdikleri iğrenç rüzgârların soldurduğu kalpleri görüyor, Allah’a doğrudan bağlanması gerekenlerin aracılar seçmesine hiç anlam veremiyormuş ! Vatan boşluğa düşürülen, ya da sürüleştirilen insanlara uyarı yapmaya başlamış… Fikirleri kiminin düşlerine, kiminin kalplerine girerek oldukça benimsenmiş.
Doruk :
«Karşınıza hangi kılıklarla çıkarlarsa çıksınlar
Hedeflerinde sizler varsınız…» diyerek Vatan anlatmaya çalışmış ülkelerinde dolaşan şerrin gölgelerini…
Öğretmen :
Halkı maddi unsurlara dayandırarak ayakta tutan aldatıcı sistemler kurulmuş… Biz 73 fırkadan en iyisiyiz… sizi Allah’a biz yakınlaştıracağız diyerek insanları iyice yozlaştırmışlar. Onları hem birbirlerinden hem de ALLAH’tan iyice koparmışlar ! Bölünmeler artmış, farklılıklar din adına millet olmanın özüne bir dinamit gibi konulmuş… Özü karanlık siyaset kurgularıyla şekillenen, insanları sığıntı haline getiren, Kuran’dan başka kitaplarla yozlaştıran katı kurallara bağlı oyunların içerisine itilerek sahte cemaatçılık düzenleri kurulmuş. Bunlar siyasi şekillenmeler için kullanılır hale getirilmişler.
Doruk :
«İçgüdüleriniz zorlanacak
Bilgisizlikleriniz onların işlerine yarayacak
Kısaca açıklayayım
Size hazırladıkları tuzaklarla yakında ananız ağlayacak !» demiş Vatan insanlara…
Öğretmen :
Gafletin resmini çizen yok… Uyuşturulan beyinleri görerek çıkar sesini… Globalleşmekten bahsedenlere göster elinin tersini… Konuş ey Vatan, dokun yüreklerimize! Dönelim özümüze... Gelelim kendimize!
Doruk :
«Dalgalansın şanlı bayrağımız, şahlansın yeniden şanımız...
Allah diyerek damarlarımızda dolaşsın asil kanımız!
Yeri değil demeyin hatırlatması benden
Duyarlılıklarınıza dokunmak geldi içimden…»
Öğretmen :
Turuncu devrimden, arap baharından bahsediyorlar ülkemizde din maskeli insanlar… Dış güçlerin iki ayaklı maşaları... sizi ve bizi aldatarak hayasızca içimizde yürüyorlar… Acıma hissi ve insanî duygu aramayın onlarda…
Doruk :
«Böyle giderse tavırlarınız… Farkedemiyeceksiniz tehlikeleri…
Özlemleriniz, kurulu düzenleriniz, kurumlarınız darmadağın olacak
Dayanma gücünüz oldukça zorlanacak
Topraklarınız ayaklarınızın altlarından kaydırılacak !»
Öğretmen :
Televizyon ve gazetelerle beyinleri yıkananlar, nereden bilsinler dini, değerleri, millî hassasiyetleri ? Kirli siyasetle kalpleri boşalanlar, nereden bilsinler, tarihi, demokrasiyi, cumhuriyeti, ilmi, dayanışmayı ve kardeşliği?
Üretim yapacak fabrikalar yerine tehlike saçan gökdelenlerle, binalarla, şehirlerimizi ve insanlarımızı yozlaştıranlardan size her hangi bir fayda geleceğini asla düşünmeyin! Tehlikeleri farkedemeyen muhalefet partilerine, olup bitenleri göremeyen gafillere diliniz döndüğünce hatırlatmalar yapın, bir şeyler söyleyin! Ülkenizi kaybettiğiniz zaman, özgürlüğünüzü de, namusunuzu da, onurunuzu da kaybetmeniz an meselesi derim!
Satıcı yorgun
Alıcı hasta
Gözlemci sapık
Şahit yalancı
Güçler dengesiz
Sistem bozuk
Dayanışma kopuk....
Doruk :
Evet önceden hazırlıklı olmazsanız eğer
Sizin için kurulan tuzaklara…
Geleceğinize ihanetler yağacak
Üzerinize yüklenen acıları bedeniniz taşıyamayacak!
Kısaca belirteyim,
Umutlarınız birer birer solacak!
Ellerimle açsam üstünü siyah gecelerin
Çıkarsam içinden kızıl gözlerini
Kana bulanmış yıldızları ayıklasam
Söylesem onlara barış türkülerini.
Öğretmen :
Bir yörede fareler heyet halinde mezarlığa girdiler. Mezarlık bekçisi kulübesinde fosur fosur uyuyordu. Farelerden Kasıntı arkadaşlarına “yerde yatanlarla şu bizi fark etmeyen adam arasında ne fark var?” diye sordu. Sıyrıntı cevap verdi : “O, yerde yatanların halinin nasıl olduğunu kendi üzerinde test ediyor”, dedi.
İsimlerimiz yaralı
Bize sahip çıkmadılar densizler!
Birinin konuşturulduğu yerde
Diğerinin susturulduğu bir düzen
Dallar rüşvet yüklü
Yoksulluk kaynıyor karanlığın tepelerinde...
Acılarımızı artırmak için müdahaleler var!
Kendi ülkelerindeki yoksullara kucak açmayanlar başka ülkelerdeki insanları kurtarmaktan bahsediyorlar!
Buğdayı una kolayca dönüştürebilirsin, ama unu buğdaya dönüştürmeye gücün yetmez!
Doruk :
«Sizi zulmümle sindirdim
Açlıkla terbiye ettim
Sadakalarla avuttum
Vaadlerle uyuttum
Fabrikalarınızı kapattırdım
Arazilerinizi sattırdım
Bayrağınızı, ordunuzu, vatanınızı, dininizi, dilinizi değerlerinizle birlikte tanınmaz hâle getirdim
Hâla uyanamadınız...» diyenlere…
Demek isteyenlere hiç tepki göstermediniz!
Öğretmen :
Bir gölge hissettim uzaktan. Arkasından yavaş yavaş yaklaştım ona. Hiç kıpırdamıyordu. Eteği kırmızıydı. Uçurum kenarındaydı. Zaman ve şartlar onu oraya sürüklemişti. Adetâ duygularıyla pazarlık halindeydi. Benim yakınlaşmamdan haberi yoltu. Korkutmamak için fısıltı halinde «burada ne arıyorsun?» dedim.
Sırtı dönük vaziyetteydi. Bana «ben mi ?» dedi. Sesini tanımıştım. Kolundan tuttum. Zorlayarak, kendisini uçuruma atmak istedi. Elimden kurtulmak için oldukça direndi. Sonra beni tanıyarak. «Hocam sen ne arıyorsun burada?» dedi. Ben de «kendimi arıyorum. » dedim.
Ağlamaya başladı. Sonra « öğretmenim kendisini kaybettiyse, bizim kendimizi kaybetmememiz mümkün değil...» dedi. Çantasını açtı. İçerisinden tabancasını çıkarttı. Bana «Eğer kendimi öldürmek için bunu kullansaydım, katil diye belki Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı ya da sizi katil diye tutuklayabileceklerdi.» dedi. «Sınıfımın en zeki öğrencisi Zekiye seni burada görmek aklımın ucundan bile geçmezdi…» dedim ona.
Bir zamanlar kendisini kral zanneden elli yaşlarında bir adam vardı. Adı Gop idi. Bir seyyar satıcı olan Vun hariç, Kasaba halkı onu kral olarak kabul ediyordu.
Bir gün Vun onu bir ağaç gölgesinde koltuk üzerinde uyuklarken gördü. Yanına iyice yaklaştı. Korkutmadan seslendi :
«Gop! Gop... Uyanıkken yapamadığın işleri uyurken mi yapmaya çalışıyorsun?
Gop horlamasını sürdürdü. Bir türlü uyandıramadı onu. Oradan ayrılmak isterken eşi pencereden seslendi :«Vun, Gop’un uykusu çok ağır... Onu bu şekilde uyandıramazsın!
Vun bu şekilde oradan ayrıldı!
Halk yatıp kalkıp ona methiyeler düzenliyor, onun için şiirler yazıp, ona övgüler yağdırıyorlardı.
Yine bir gün Vun onu bir ağaç gölgesinde koltuk üzerinde uyuklarken gördü. Yanına iyice yaklaştı. Korkutmadan seslendi :
«Gop! Gop... Uyanıkken yapamadığın işleri uyurken mi yapmaya çalışıyorsun?
Gop horlamasını sürdürdü. Bir türlü uyandıramadı onu. Oradan ayrılmak isterken eşi pencereden seslendi :«Vun! Vun... Daha önce söylediğim gibi Gop’un uykusu çok ağır... Onu bu şekilde uyandıramazsın!
Vun bu şekilde oradan ayrıldı. İşte sessizliğin uzantısı! Varlıklarını gösteremeyecek kadar aptal, tehlikeleri göremeyecek kadar gafil, kendileri için hazırlanan tezgahları fark edemeyecek kadar çaresiz toplumlar bu bölgede yaşıyorlar.
Ben doğrunun üzerindeyim.
Doruk :
İstemeye istemeye başkalarının üzerlerinize yükledikleri ağırlıkları taşıyorsunuz!
Teslimiyetçi korkak tacirler, gelişigüzel yuvarlanmaya siyaset diyorlar…
Eyyyy boşluğa taş atanlar! Yorgunsunuz kendinizi dövmekten...
Kusurlarınızla teşhir oldukça gerginleşeceksiniz, sözleriniz ise çirkinleşecek!
Eyyy tonaka kafalılar, yalanı kendilerine binek yapanlar, paraya ve emperyalizme tapanlar, hak yoldan sapanlar, köpeklerle dans edenler size sesleniyorum : Unutmayın ki her günahın bir bedeli var!
Öğretmen : Vatan, Vatanım... Bayrağım... Birliğim... Dirliğim... Milletim! Dinim siz dünya oldukça var olun!
(Mehter marşıyla perde kapanır.)
Ankara, 13 Ocak 2009
Resim : Üzeyir Lokman ÇAYCI
Nerede yer aldı?
http://manavgathaberi.com/ah-ulkesi