Bugün dünya milletleri küreselci dünya anlayışının getirdiği büyük bir ahlaki kriz içinde yaşamaktadırlar. İnsanları birer tüketim nesnesine çeviren bu hazcı kültür bütün değer yargılarını çöpe atarak yerine kendisinin temelsiz ve merhametsiz ilkelerini yerleştirmektedir.
Bu krizin yansımaları ile ilgili toplumun her kesiminden sayısız örnekler verebiliriz.
Televizyon ekranlarından sırf fazla izlenme uğruna toplumun en iğrenç en aşağılık hadiselerini insanların dünyasına sunup kötülük mikrobunu yayanların hiçte masum olmadıkları ortadadır. Yarışma evlilik ve adliyelik olayları içeren programların ortaya çıkardığı insan tipi ortadadır. Sokakta dolaşan tipler bir dizi sahnesinden fırlamış gibi hareket etmektedirler. Bencilliğin bu kadar tavan yapmasının sebeblerini uzakta aramaya gerek yoktur. Bu toplum mühendislerinin amacı toplumu ayakta tutan şeref namus gibi kavramları dejenere etmektir. Aynı şekilde sosyal medya üzerinden her türlü gayri meşru ilişkiyi pazarlayan utanç duygusundan mahrum mahlukatın kontrol altına alınmasının vakti ise gelip geçmektedir. Bu mecralarda dönen fuhuş kumar vb. kötülüklere mevcut kanunlarımızda izin vermemektedir. Bu konuda gerekli adımların atılması gerekmektedir.
Yaşadığımız çağ itibariyle münafıklığın ve ikiyüzlülüğün kurumsallaştığı bir çağda yaşıyoruz. Kötü kokularını parfümle gizleyen çağın vicdanı karektersizliğini sahte ve samimiyetsiz kimliklerle kamufle etmektedir. Her türlü cinsel ve dinsel sapkınlıklar süslü kelimeler giydirilerek meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Saldırılar direk aile kavramını bitirmeye yöneliktir. Yeryüzünde insan türünün sonunu getirecek cinsel sapkınlıkların temsilcileri bütün dünyada rol model olarak sunulmaktadırlar. Aileyi ve nesli bozan her eylem terör suçları kapsamına alınmalıdır.
Ne yazık ki kötülük organize bir hal almış iyilik ise çoğu yerden dışlanmıştır. Kötülerin cesur olduğu iyilerin ise korkak olduğu bir dünya ile karşı karşıyayız.
Mevcut dünyada bir ahmaklar ve ahlaksızlar dayanışmasından söz edebiliriz. Kötülük şebekeleri her türlü kılığa girip borusunu öttürmeye devam ederken güzellik ve iyilik her türlü dışlanmayı yaşamaktadır. Kötülük iyilik çirkinlik ise güzellik olarak pazarlanmaktadır. Maalesef çoğu insanın algı ve şuur kanalları kapanmış durumdadır. Hissetmeyen, yüreği kanamayan taştan katı yürekler birer merhametsizlik heykeli gibi dikilip durmaktadırlar.
Güçlü olanın her zaman haklı, zayıf olanların ise haklıyken haksız oldukları bir dünyada zayıf milletler güçlü milletlerin kölesi haline getirilmiştir. Organ ve fuhuş mafyaları gariban insanların canlarını pazarlayıp durmaktadırlar.
Toplumun zayıf ve korunmasız bireylerinin maddi anlamda güçlü ve aynı zamanda ahlaksız olan mahlukatın birer zevk makinesi haline getirilmesinin önünü açan ve bu konularda suskunluk içinde kalan her türlü oluşumun ve toplumsal imkanları nefsani arzuları için kullananların ellerindeki yetki ve imkan alınarak cezalandırılmaları toplum vicdanını rahatlatmak adına önemlidir. Toplumun esas ihtiyacı ahlak namus ve şereftir. Ahlakı olmayan toplumlarda ne canın ne malın ne de ırzın güvenliği yoktur.
Çoğu apatmanın ve binanın kapısında kocaman "Mülk Allah'ındır" yazısını görmeyenimiz yoktur. Evet mülk gerçekten Allah'ındır fakat bu kulların buna ne kadar inandıkları tartışılabilir. Eğer Allah'ın bir kiracı kulu yine Allah'ın mülkü olan bu binada bir ay kira vermesin bakalım o zaman mülk kiminmiş kimin değilmiş hemen ortaya çıkar.
Allah'ın var olduğunu biliyor da buna pek inanmıyor gibi yaşıyoruz. Rabbim kurdun kuşun rızkını verir o ne büyüktür diyoruz. Sonra kurdu kuşu bağımızdan bahçemizden uzak tutmak için atmadık ilaç yapmadık tuzak bırakmıyoruz.
Bazıları evinin kapısına arapça kocaman peygamberimizin adını yazmış. Farz edelim ayağının tozu olduğumuz o iki cihan serveri bu eve çıkıp gelse kapısına onun ismini yazanların çoğu kapıyı bile açmazlar. Haydi Allah versin diye onu kapıdan kovarlar.
Bizim söylediklerimizle yaptıklarımız arasında gerçekten büyük bir uçurum var. Çoğumuz "rızkımı veren hudadır kula mihnet eylemem" diyoruz fakat en ufak bir iş için çalmadığımız kapı mihnet etmediğimiz kul kalmıyor. Bankadaki hesabına güvendiği kadar eşine dostuna güvenmeyen insanlar sağda solda millete adamlık dersi vermeye kalkıyorlar. Komşusu açken tok yatan bizden değil demiş peygamberimiz. Şimdi millet hasetliğinden komşusu tok olduğu zaman yatamıyor. İnsanlar kendi mutluluğunu başkalarının mutsuzluğunda arıyorlar.
Bizim kültürümüzde kimse kimsenin kusurunu araştırmazdı. Şimdi bırak kusur aramayı ortada bir kusur yokken iftira ile çamur atarak nice kusurlar icad ediliyor. Millet birbirinin arkasından demedik lafı bırakmıyor sonrada yüz yüze gelince sanki birşey yokmuş gibi birbirini yağlayıp ballıyor. Riyakarlık ve ikiyüzlülük bazılarının bir yaşam biçimi haline gelmiş.
Bazı insanlar kurnazlık acımasızlık fırsatçılık ve gözü karalıkla bir eli balda bir eli yağda yaşarken gerçekten merhametli ve iyi niyetli olan çoğu insan ise sırf dürüst ve ilkeli oldukları için geçimlerini zor temin edip ihtiyaç içinde boğuluyorlar.
Sağından solundan borç akan aldığını vermeyen başka bir tip ise ellerinde pahalı telefonlar ve pahalı sigaralarla sağda solda artistlik yapmayı bir marifet zannediyor.
Eskiden alan var alamayan var diye teşhir edilmeyen şeyler bugün gösteriş amaçlı paylaşılıp durmakta. Görgüsüzlük ve sonradan görmelik tedavisi olmayan hastalıklar olarak karşımızda duruyor.
Dalkavukluğun ve dansözlüğün kariyer planlarının başköşesine oturmuş olduğunu kimse inkar edemez.
Nerden geldiğimizi nereye gittiğimizi ve kim olduğumuzu bir düşünelim. Bugün bizi dünya sahnesinden silmek için gece gündüz çalışan milletlerin var olduğunu hiç unutmayalım. Bizi Viyana kapılarına götüren ruhu nerde kaybettik bir düşünelim. Kendi gerçeğimizle yüzleşelim. Kendimize dönelim.
Mülteci kamplarında ölmüş annesinin resmine bakarak ağlayan küçük kızlarımızın soğuktan tiril tiril titreyen çocuklarımızın, cesedi kıyıya vuran Aylan bebeklerimizin hesabını kimden soracağız. Evinde çocuklarıyla yemek yerken üstüne bomba atılan Iraklı Afganistanlı kardeşlerimizin hesabını kimden soracağız. Kaşgar'da zalim Çin'in asimilasyon politikaları karşısında hergün ölüp dirilen Uygur Türklerinin hesabını kimden soracağız. Sanki bütün dünya doğusuyla batısıyla bir olmuş bize saldırıyor bizden olana saldırıyor. Bizse birbirimizin kuyusunu kazmaktan fırsat bulup başımızı dahi kaldıramıyoruz. Küçük çekişmeler küçük hırslar arasında çok büyük şeyleri kaçırıp gidiyoruz.
Çokları kurtla kuzu hikayesinde olduğu gibi derenin yukarısında olduğu halde aşağıdaki kuzuyu suyu bulandırmakla suçlamaktadır. Bazı insanlar ise kendi çapında ve gücü miktarında zalimlik yapmakta bu arada mazlumluk taklidi yaparak zulmünü bastırmaktadır. Kısaca ahlaki bir çürüyüş ve toplumsal bir yozlaşmanın kuşatması altında olduğumuzu görmek için bir dürbüne ihtiyacımız yoktur. Gören gözler için herşey ortada ve aşikardır.