Başbakan Erdoğan, bir süre önce sözlerini “Bu böyle biline!” diye bitirirdi. Şimdilerde bu sözü fazla kullanmıyor ama sultanlara özgü tavırlarında da büyük artışlar var. Örneğin yine bir süre önce iş çevrelerine yönelik olarak “Taraf olmayanlar bertararaf olur” diyerek sermayeye gerekli mesajı vermişti. Referandumda “evet” oyu vermeyenlerin “darbeci” olduğunu ise açıktan ilan etmişti.
Bu yapısıyla Başbakan Erdoğan, “jakoben elit” diye tarif ettiği “Beyaz Türkler” olarak da ilan ettiği zihniyetle birebir örtüşen tavırlar içindedir. İlginç olanı bu tavırları “demokrasi” ve “özgürlük” kavramlarını kullanarak yapmasıdır. Başbakanın söylediğine göre yasalarda yapılan düzenlemeler ya da anayasa değişikliği ile Türkiye, “ileri demokrasi” yoluna sokulmuştur.
İktidar ileri demokrasiye geçildiğini ilan ettiği sıralarda ise henüz yayınlanmamış taslak kitap yazarları, kitaplarıyla birlikte derdest edilmiştir. Ardından da misyonerlik ile ilgili konferans veren, kitap yazan ve araştırma yapan bilim adamlarına yönelik operasyonlar yapılmıştır.
Bu bağlamda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’nda yayınlanmamış kitabı “örgütsel doküman” , yayınlanmışını da adeta bir “bomba” olarak tarif etmek elbette büyük cesarettir. Başbakan’ın algısına göre Türkiye’de referandumda “hayır” diyen ya da iktidarın yaptıklarını eleştiren bütün gazeteciler “darbeci” dir. Bu mantıkla çok rahat gazeteciyi darbeci ilan ediverirsiniz olur biter. Ülkede bunlar yaşanırken zamanın İçişleri Bakanı da “Türkiye’de basın özgürlüğü ABD’den ileri” diyebilmektedir. Pes doğrusu!
Seçim yatırımı!
Yine şu sözler Başbakan Erdoğan’a aittir: “Duyduklarınızla hareket ediyorsunuz. Sanırım Fransız’sınız. Türkiye’ye de Fransız’sınız” . Bu sözler, “One Minute”in Fransız versiyonu olarak görülebilir. Başbakan’ın bu üslubu, seçim sath-ı mailine girmiş Türkiye’de kamu oyuna yönelik bir mesajdır. Böylece AKP kurmayları Başbakan’ın İsrail’den sonra Fransa’ya da haddini bildirdiği propagandasını yapılabilecektir.
Ancak Başbakan Erdoğan’ın, İsrail’e “One Minute” demesi sonrası yaşananları da bir hatırlamak gerekir. İsrail, “One Minute” misilleme olarak Mavi Marmara gemisine operasyon yapıp dokuz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını katletmişti. Başbakan Erdoğan, “İsrail özür dilesin ve tazminat ödesin” aksi takdirde ilişkilerimiz normalleşmez diyerek yeni bir sözde meydan okuma (!) tavrı ortaya koymuştu. Mavi Marmara baskını AKP hükümeti yönünden tam bir hezimet ve yüz karası olmasına karşın iktidar bunu adeta bir “zafer” olarak kamu oyuna propaganda yapmıştır.
Başbakan Erdoğan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulunda şu sözleri de etmiştir: “Seçim barajını halkımız indirin derse indiririz. Bunu size sormayız” . Başbakan’ın bu sözleri de daha önce söylemiş olduğu diğer benzer sözleri hatıra getiriyor: Örneğin “Zina Türkiye’nin iç meselesidir” sözü bunlardan birisidir. Başbakan önce şöyle demişti: “Biz Türkiye’yiz. Biz Türk’üz. Kendi kararımızı kendimiz vereceğiz. İç işlerimize karışmasınlar” .
Başbakan Erdoğan’ın bu sözlerine karşın AB yetkilisi “Bu madde yasalaşırsa, AB’den tarih almayı unutun!” mesajı vermişti. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan zina’yı suç sayan maddeyi geri çekmişti. İşin özü şudur: Başbakan Erdoğan, dış politikayı iç siyasete endekslemiştir. Başbakan Erdoğan için asıl olan ülkenin değil AKP’nin çıkarlarıdır. Ülkenin uzun dönemli stratejik çıkarları Başbakan Erdoğan’ı çok fazla ilgilendirmiyor.
Başbakan Erdoğan’ın bu tavır ve tutumları yalnız kendisini bağlamıyor. Aynı zamanda her an geriye adım atabilen, ciddiye alınması mümkün olmayan, tutarsız bir ülke profili de ortaya çıkartmaktadır. Çok açıktır ki bugün iç ve dış politikasıyla AKP ve Erdoğan, Türkiye’nin en büyük güvenlik sorunu haline gelmiştir. Türkiye’nin geleceği bu anlamda AKP ve Erdoğan’ın aşılmasına bağlıdır.
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=17875