Erdoğan’ın, yerel seçim sonrasına bıraktığı dershane düzenlemesini aniden TBMM gündemine getirmesi, bu konuşmanın yapılmış olduğunu teyit ediyor.
Bu konuşmadan bir gün önce de cemaatçi bir genç bana “Arslan Bey, ‘AK Parti 30 Mart’ta yüzde 28’e düşecek, Başbakan üç ay içinde istifa edecek’ söylentisinde gerçeklik payı var mı?” diye sormuştu…
***
Cevap vermek için hızlı düşünmeye çalışırken 1983 seçimlerinde Sonhavadis’te, gazete içinde yapılan seçim-totoyu kazandığımı hatırladım. Doğrusunu söylemek gerekirse, 1983 seçimlerinde tarafsızdım, tahminim halk arasındaki gözlemlerime dayanıyordu. Sonraki seçimlerde ise“Özal’ın gitmesi gerekir” gibi yargılarla taraf olduğum için tahminlerim tutmamıştı.
Fakat tahsili olmayan ama iş hayatında defalarca batmış çıkmış, sonunda çok başarılı olmuş, cemaatle de hiçbir ilişkisi bulunmayan bir arkadaşım, 1983 seçimlerinden beri tahminlerinde yanılmıyor. Geçenlerde aynı yere davetli olduğumuz için karşılaştık. Hemen 30 Mart seçimleri için tahminini sordum.
Menderes’in, Demirel’in ve özellikle Özal’ın gidiş süreçlerini hatırlatarak, “Tayyip Erdoğan da yolun sonuna geldi, baş aşağı gidiyor. Bu gidişi durdurması da mümkün değil. Şimdilik yüzde 25’lere doğru düşüyor” dedi.
Soruyu soran gence bunları anlattıktan sonraki gün, Tayyip Erdoğan’ın, milletvekillerine,“Cemaat, bizim yüzde 30’un altına düşmemiz için kapı kapı dolaşıyor” dediği basına yansıdı!
***
İlginç bir değerlendirme daha oldu… Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Türk tarihine bakıldığında yüz küsur yıl önce “Sultan Abdülhamit’e de Başbakan Erdoğan’a yapılan iftiraların aynısının atıldığını” iddia ettikten sonra “O zaman da Türkiye’de güçlü bir sultan vardı, dirayetli bir sultan vardı. Bir takım küresel güçlerin ve içerideki iş birlikçilerinin çirkin emellerine geçit vermeyen bir yönetim olduğu zaman hep bu iftiralara başvurmuşlardır. Aynı iftiraları Menderes’e de yaptılar, aynı iftiraları Özal’a da yaptılar, şimdi de Sayın Başbakanımız’a yapıyorlar” demesin mi!
İşler, Tayyip Erdoğan’ı hem Sultan Abdülhamit ile kıyaslıyor, hem Menderes ile hem de Turgut Özal ile!
Yani şu veya bu şekilde kaybedenlerle…
“Başka kiminle kıyaslayacaktı?” denilebilir…
Kazananlarla kıyaslayabilirdi…
Anlaşılıyor ki çöküş psikolojisi, bilinçaltlarını kuşatmış durumda…
Ayrıca Tayyip Erdoğan da Menderes’e kurulan tuzak bize de kuruldu diyor.
***
Diğer taraftan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “İki şeyin rızasını alırız. Bir Hakk’ın rızası, bir halkın rızası… Onun dışında kimsenin rızasına ihtiyacımız yoktur. Kimseden destek talebimiz yoktur” dedi.
İnsanın aklına ister istemez, “Ya ABD’nin rızası, ya AB’nin rızası?” soruları geliyor.
Bir de “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmak” söylemi…
ABD ve AB’nin rızasını aramıyorsanız, Oslo’daki PKK-MİT görüşmelerinde koordinatör ülke kimdi?
ABD ve AB’nin rızasını aramıyorsanız, son olarak ABD Başkanı Obama, Tayyip Erdoğan’ı arayıp Kıbrıs’taki gelişmelere verdiği destekten dolayı neden teşekkür etti?
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Türk kimliğini tartışmaya açması ve terör örgütünün başı Abdullah Öcalan ile aynı söylemi kullanıp sorunu, Türk kimliği yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliğini yerleştirmeye çalışarak çözeceğini iddia etmesi ile olaylar çığırından çıkmadı mı?
Zaten ABD ve Avrupa Birliği sözcüleri de “Türk kimliğinin ve Türk tarihinin hakkından gelmek lazım” demiyor muydu? Sonunda işi demokratik özerklik ilanına kadar siz getirmediniz mi? “Yeni Türkiye”, CIA ajanı Fuller’in yazdığı kitabın adı değil mi?
Bu politikalarda Türk Milleti’nin rızası var mıdır?