Seçim sonuçları ve sonrasında muhalefetin yenilgiyi yönetememe, sorumluluk üstlenmeme ve yeni bir siyaset yapısının oluşmasına fırsat vermeme gibi basiretsizlikleri yüzünden muhalif toplum kesiminde derin bir umutsuzluk yaşanıyor.
Genel olarak bir içe kapanma var.
Kiminle karşılaşsam, nereye gitsem herkes, ‘artık siyasetle ilgilenmediğini, haber okumadığını/ dinlemediğini, siyasi hiçbir şeyi takip etmediğini‘ söylüyor.
Yani ağır bir küskünlük hali var.
Türkiye, Norveç değil
Türkiye, temel yapısal sorunlar yaşayan bir ülke olmasaydı, yani Finlandiya, Norveç, Danimarka gibi bir ülke olsaydı, toplumun siyasetle ilgilenmemesi esasında iyi bir şeydi.
Hatta bana göre toplumun siyasetle bu denli ilgilenmesi biraz da geri kalmışlığın göstergesi.
Çünkü dikkatleri siyasete vermek, sanatı, felsefeyi, edebiyatı, insanı geliştirecek, yaşamı daha da anlamlı kılacak diğer konuları ıskalamak anlamına geliyor.
Diğer yandan siyasetin insanı zehirleyen, kirleten, yaşam enerjisini emen, kısır tartışmalara hapseden bir yönü de var.
Ama gelin görün ki Türkiye bir Finlandiya ya da Norveç değil.
Yani demokrasinin işlemediği, yargının bağımsız olmadığı, liyakatin bütünüyle yok edildiği, yolsuzluğun ve yoksulluğun kol gezdiği, çürümenin dalga dalga yayıldığı, yetkilerin tek bir kişide toplandığı ‘tek adam rejimi’yle giderek kapkaranlık bir kuyuya dönüşen bir ülkede siyaset doğal olarak en önemli çözüm araçlarından biri haline geliyor.
Eğer siyaset mekanizması bozuksa bu durum giderek çözümün önündeki en büyük engele de dönüşüyor.
Bu nedenle bizim gibi ülkelerde siyaset yalnızca bir grubun ilgilendiği bir alan değil, bütün toplumu ilgilendiren bir yaşam mücadelesi.
Böyle durumlarda siyasete küsmek ya da siyasetle ilgilenmemek aynı zamanda gidişatı değiştirmeye çalışmaktan vazgeçmek, gelen karanlığa teslim olmak, dahası iyi, huzurlu bir yaşam sürme çabasını boşlamak anlamına da geliyor.
Ülke düzelmeden…
Çünkü ülkemiz iyi olmadığında hiçbirimiz iyi olamayız.
Ülkemiz iyi olmadığında huzur bulamayız.
Ülkemiz düzelmeden iyi bir yaşam süremeyiz.
Var olan sorunlar ucundan kenarından veyahut tam ortasından her birimizin hayatına etki ettiği için bozuk bir ülkede düzgün bir hayat yaşayamayız, iyi bir insan olarak kalamayız.
Beni takip eden okurlarım bilir, sıklıkla kullandığım bir benzetme var.
Ben bir insanın ülkesiyle bağını bir anne babanın evladıyla, bir evladın anne babasıyla bağına benzetiyorum.
Evladı iyi olmayan bir anne veyahut anne babası iyi olmayan bir evlat nasıl ki iyi olamıyor, huzurlu bir yaşam süremiyorsa ülkesi iyi olmayan bireylerin de iyi bir yaşam sürmesinin olanaksız olduğunu düşünüyorum.
Başka seçeneğimiz yok
Seçim sonuçları, daha iyi ve yaşanabilir bir ülke hayali kuranları olumsuz etkiledi.
Bu gayet anlaşılır bir durum.
Hepimiz derin bir yılgınlığa, karamsarlığa ve umutsuzluğa kapıldık.
Ama durup düşündüğümüzde bunun bir çıkar yol olmadığını, insan gibi bir yaşam sürmek, bu ülkeyi daha iyi bir ülke yapmak için mücadele etmekten başka seçeneğimiz bulunmadığını göreceğiz.
Sorun, sandığımızdan büyük
Seçimlerden önce dikkatimizi daha çok iktidarın ülkeye verdiği zararlar çekiyordu.
Seçimden sonra ülkede gerçek, sahici, ülke iyi olsun diye çalışan, çabalayan, didinen bir muhalefetin de bulunmadığını fark ettik.
Yani sorunumuzun sandığımızdan da daha büyük olduğunu gördük.
Siyasette topyekûn bir çürüme yaşanıyor.
Bu çürüme hepimizi çürüten, enerjisini emen, mücadele azmini kıran bir olguya dönüştü.
Siyasetle ilgilenmek, siyasetteki bu çürümeye ‘Evet’ demek anlamına gelmiyor.
Siyasetle ilgilenmek, siyaseti meslek gören, kişisel çıkarını ülke yararının üstünde tutan bu kasaba tüccarı kılıklı siyaset esnafına destek olmak anlamına da gelmiyor.
Siyasetle ilgilenmek, geleceğimiz için, çocuklarımızın hayatı için, ağız tadıyla bir yaşam sürebilmek için bu siyaset esnafına rağmen ülkemize sahip çıkmak anlamına geliyor.
Çünkü biz halkız, milyonlarız, bu ülkenin evladı ve sahibiyiz.
Sessiz kalamayız
Bir avuç kifayetsiz muhteris siyasetçinin hayatımızı cehenneme çevirmesine sessiz kalamayız.
“Artık ilgilenmiyorum” diyerek bu kötü gidişata razı olamayız/olmamalıyız.
Yaşadığımız yılgınlığı ve umutsuzluğu bahane ederek ülkemizin kapkaranlık bir Ortadoğu ülkesine dönüşmesine, sessiz kalamayız.
Ülkenin büyük kısmı işgal altındayken, yiyecek kuru ekmek bile bulunamazken, dünya masaya Sevr’i koymuşken, toplumun kıpırdayacak hali bile yokken Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları da yılgınlığa, umutsuzluğa kapılsaydı bugün muhtemelen bağımsız, özgür bir ülkemiz olmayacaktı.
Onca işgalden, onca yıkımdan, onca ağır felaketten yeni ve bağımsız Türkiye’yi çıkaran bu insanların torunları olarak 100 yıl sonra ülkemizin giderek yaşanamayacak hale gelmesine razı olmak, bu insanların emeğini, çabasını, kararlılığını, dirayetini çöpe atmaktır.
Siz kenara çekilmişken…
Siz küsmüş kenara çekilmişken ülkedeki çürüme dalga dalga yayılmaya, yoksulluk bir yaşam tarzına dönüşmeye, eşitliğin, adaletin, özgürlüğün, insan gibi yaşamanın lüks görüldüğü bir ülkeye dönüşmeye devam ediyoruz.
Siz konuşmadığınız, itiraz etmediğiniz, sesinizi yükseltmediğiniz, yani olup bitenle ilgilenmediğiniz için siyaset esnafı hayatımız üzerinde tepinmeye devam ediyor.
Diğer yandan siz küsmüş, kenara çekilmişken iktidar mitingler yapmaya, aldığı şaibeli yüzde 52 desteği 60’lara, 70’lere çıkarmaya, ülkeyi yıkıma sürükleyen yanlış politikalarına taraftar toplamaya devam ediyor.
Toplumda yüzde 3-5 oranında destek bulamayacak çağdışı düşüncelere sahip küçük bir azınlık sizin bu suskunluğunuzdan, ilgisizliğinizden cesaret alarak daha da görünür hale geliyor.
Ülkemizi cehennem karanlığına sürükleyecek bu anlayışlarına taraftar toplamaya bıkmadan usanmadan devam ediyorlar.
Eğer küsmeye, siyasette olup bitenle ilgilenmemeye devam edecekseniz hayatınızın her gün biraz daha cehennem hayatına dönmesine de razı gelmiş olacaksınız.
Ne mi yapalım?
Ülkemizin daha yaşanabilir bir ülke olması için iktidarıyla, muhalefetiyle hayatımızı cehenneme çeviren bu siyaset esnafına karşı sesimizi yükseltmek zorundayız.
Demokrasinin, adaletin, eşitliğin, özgürlüğün, liyakatin, özgürlükçü laikliğin olduğu bir ülke olma iddiamızı her gün bıkmadan usanmadan dillendirmeliyiz.
‘Peki ne yapalım?‘ dediğinizi duyar gibiyim.
Kötülüğe teslim olmamalı, ülkemize sahip çıkma duygusunu yaygınlaştırmanın yollarını aramalıyız.
Zihnimizdeki ayrımcılığa son verip o parti bu parti taraftarı, o inanç mensubu, bu mezhep mensubu demeden, kimsenin kimliğine, yaşam tarzına bakmadan bu ülkenin evladı olma ortak paydasını genişletmeliyiz.
Ve hayalini kurduğumuz ülkeyi her ortamda, her şartta dillendirmeli, başta siyasetçiler olmak üzere buna zarar verecek herkesin karşısına dikilmeliyiz.
Ta ki siyaset esnafını da bu hayalimize ortak edene kadar bu çabamızı sürdürmeliyiz.
Aksi takdirde hepimiz cehennem hayatına mahkûm olacağız.
https://www.diken.com.tr/artik-siyasetle-ilgilenmiyorum-diyenlere/