Asgari ücret tüm çalışma yaşamını yakından ilgilendiren ve patronla işçi arasındaki güç mücadelesinin göstergesi olması bakımından çok önemlidir.Asgeri ücretin tarihçesinine hızlı bir bakış yaparsak bu durum daha anlaşılır kılacaktır.
İşçilere ödenecek en düşük ücret anlamında asgari ücret, emeğin koruması mücadelesinde çalışanların toplumsal zenginlikten aldıkları payda, gelir dağılımını düzenleyici olması amacıyla ileri sürülen bir taleptir.Tarihçesine kısaca baktığımızda; dünyada ilk kez 1890 yılında Avustralya ve Yeni Zelanda’da başlamış, 1900’lü yıllarla birlikte Avrupa’da, sonrasında ise işçi hareketinin gelişimiyle birlikte tüm dünyada yaygınlaşan bir uygulama olmuştur.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 1928’de kabul ettiği 26 sayılı “Asgari Ücret Belirleme Yöntemleri ile İlgili Sözleşme” ile uluslararası bir ölçüt getirilmiş, Türkiye bu sözleşmeyi 1973 yılında imzalamış ve 1974 yılında da onaylamıştır.
Türkiye’de, asgari ücret belirlenmesi ile ilgili ilk uygulama, 1969 yılında altı farklı bölgeye ayrılan 26 ilde yapılmış, daha sonraki dönemde bu illerin sayısı artırılmıştır. 1973 yılında da bazı illerde tarım işçileri için asgari ücret uygulamasına gidilmiştir.
Bu uygulama 1989 yılına dek ülke geneline yaygınlaştırılarak sürdürülmüştür. Asgari ücret, 16 yaşını doldurmuş ve 16 yaşını doldurmamış işçiler için ayrı ayrı olmak üzere, tarım ve orman kesimi ile sanayi ve ticaret kesimi işçileri için sektörel düzeyde belirlenmiştir. Bu tarihten sonra, her iki iş kolu için de tek bir asgari ücret belirlenmesine gidilmiştir.
Asgari ücret, kişinin ve işin özelliklerinden bağımsız; herkes için ve her iş için ödenmesi gereken ücretin en alt sınırını göstermesi ve uygulanması zorunlu olan bir ücret düzenlemesi olduğu için emeğin korunması mücadelesinde önemli bir taleptir. Yasal olarak belirlenen bu ücretin tarafları bağlayıcı yanı olması, patronlarca, bu ücretin altında bir ücret ödenmemesinin yasal güvenceye alınması anlamına gelmektedir. Kuşkusuz bu durum işçilerin örgütlü güçlerinin sağlamlığı ölçüsünde uygulanabilir.
Kapitalist sistemde patronlar, işçilerin kazanılmış haklarına karşı her zaman saldırı hazırlığı içinde olduklarından, işçi örgütlerinin zayıflığıyla birlikte bu hak tam tersine dönüşmüştür. Gelinen yerde Türkiye koşullarında hem asgari ücretin miktarı açlık sınırının dahi altındadır, hem de çoğu işçi asgari ücretin altında ücretlerle çalıştırılmaktadır. Yani asgari ücret, emeği korumaya yönelik bir önlem olmaktan çoktan çıkmıştır. Patronların kar hırsları durmak bilmediğinden sefalet düzeyindeki asgari ücretin bile aranır hale gelmiş olması kapitalizmin vahşi yüzünü tüm açıklığıyla ortaya sermektedir.
Hükümete yakınlığıyla bilinen Türk-İş’in yaptığı açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasına göre, Ekim ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 64 TL, yoksulluk sınırı ise 3 bin 467 TL olmuştur. Şu anda 16 yaşından büyük işçiler için net asgari ücret 803.68 TL, 16 yaşından küçük işçiler için ise 700.73 TL olarak uygulanıyor. Gelinen yerde bu ücrete %3’lük bir zam yapılması planlanıyor!
Oysa 4857 sayılı İş Yasası uyarınca çıkarılan Asgari Ücret Yönetmeliği’ne göre, asgari ücretin belirlenmesinde ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durum, ücretliler geçinme indeksleri, bu indeksler yoksa geçinme indeksleri, fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel durumu ve geçim şartları göz önünde bulundurulmak zorundadır.
Ayrıca, yönetmeliğe göre asgari ücret, “işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlanmıştır. Ancak gerçekte bu asgari ücret insanca yaşam koşulları için oldukça yetersizdir.
Asgari ücret tüm çalışanları etkileyen bir uygulamadır. Asgari ücret, bireysel ve toplu iş sözleşmeleriyle belirlenen ücretleri de etkilemekte, ülke genelinde ücretleri geriye çeken bir etki yaratmaktadır. Bu nedenle asgari ücretin insanca bir yaşama yetecek düzeyde talep edilmesi tüm işçi ve emekçilerin ortak talebi olmalıdır.
Asgari ücretin yükseltilmesi ile birlikte asgari ücretin vergi dışı bırakılması için de mücadele edilmesi gerekmektedir. Şu an asgari ücretli bir işçi brüt asgari ücret olarak 1.021 TL alıyor. Ancak eline geçen net asgari ücret 803 TL. Yani asgari ücretin yüzde 21’i vergi ve sigorta primlerine gidiyor.
Milyonlarca işçi ve emekçiyi ilgilendiren asgari ücretin belirlenmesi, “devletin toplumla yaptığı en büyük toplumsal sözleşme” niteliğindedir. Böylesi önemli bir süreç milyonlarca işçinin yaşam koşulları ve talepleri görmezden gelinerek geçiştirilmektedir. Sermaye temsilcileri ve onların hükümetleri her zaman böyle davranmış, işçilere kölece çalışmaları karşılığında sefalet ücretlerini reva görmüşlerdir.