Farklı illerden sonra 1954 yılında Niğde İl Kütüphanesine atandı. 1975 yılında Ankara’ya tayin oluncaya kadar Niğde’de yalnız kütüphane için değil her alanda gelişmesi adına çok emek verenlerdendi. Niğde yıllıklarında, Niğde tarihi araştırmalarında, turizm ile ilgili çalışmalarda onun adı vardı. Ankara Niğde Başkent Vakfı kurucusu, yöneticisi, Niğdemiz Dergisi yazarı Niğde aşığı bir hemşehrimiz di. 1927 yılında doğmuştu. Babası Kadir Bey Annesi Miyase Hanımdı. Babası ve annesi ile ilgili anılarını şöyle anlatmıştı. “Babam 1926’da Kurtuluş Savaşı’ndan döndükten iki sene sonra vefat etmiş. Ve üzerinde üç-dört tane mermi varmış, çıkartılamayan. Suvariymiş. Sekiz senesi savaşlarla geçmiş. İnönü Muharebesi’nden çıkmış, Sakarya Meydan Muharebesi’ne, oradan gelmiş Şeyh Sait İsyanı’na kadar hep savaşmış. İki senelik memuriyetten sonra vefat etmiş. Şimdiki defterdarlık karşılığı galiba, maliye, muhasebe baş mümeyyiziymiş. Yalınız, Allah devlete zeval vermesin, devlet çok iyi maaş verdi bize. Yani annem de ben de, maddi sıkıntı çekmedik.”Abdulkadir Köylü tarihe tanıklık eden anıları Milliyet Gazetesin de de yer aldı. (Burada Tıklayın)
Yaşamından özet bölümler kendi anlatımı ile” 1940’lı yıllar –‘Ortaokula başladım, İkinci Dünya Savaşı başladı. Alman ordularının Edirne hududuna geldiği haberleri var. O zaman radyo çok az, belirli kahvelerde var, çok zengin insanların evinde var. Herkes ajans zamanı oldu mu koşuyor oraya, çünkü büyük bir korku var. Almanlar efendim, Anadolu’yu tepeleyerek, Kafkasya’dan Rusya’ya geçecek diye bir şayia var. Çok sıkı tedbir alınıyor, siyah perdeler, kaput bezlerini hep siyaha boyadılar, ışık göstermek yasak, akşam daha karanlık çökmeden perdeler geriliyor. Belediye başkanı, şube reisi, vilayetten yetkili bir kişi, kapı kapı dolaşıyorlar, tahıl maddesini yazıyorlar. Yani, evde ne varsa. Dedemin hali vakti iyiydi. Bize de geldiler. Dedem dedi ki, ‘80 çerik buğday var.’ Büyük iki tenekeye bir çerik denirdi. Dediler ‘60 çeriği vereceksiniz’, 20 çerik tohumluk olarak bıraktılar. Ve 60 çeriği verdik, hayvanları sordular. İki tane atımız vardı, atın biri çok boylu posluydu, 1.70’ten yüksek olan atları tespit ettiler. Bir senet verdiler, dedem imzaladı. Şube istediği zaman, atı götürüp teslim edecek. Ve tabii, Almanların istikameti değiştiği için savaşa girmedik ama ekmek vesikaya bindi.” Niğde’de dünya savaşının uzak etkilerinin böylesi derin yaşandığı yıllarda ortaokul öğrencisi olan Abdülkadir Köylü dedesi ve annesiyle birlikte İstasyon Caddesi’ndeki bir evde oturmaktadır.
Savaşın etkileriyle ekonomisi bozulan bir ülkede, Anadolu’nun bir kentinde yaşamı kolaylaştıran yardımlaşmayı yakından gözler: “Fakat Anadolu’da hakikaten Türk aile kültürünün büyük önemini o anda anladım. Çünkü yufka ekmek yapılır, adam boyunca. Bir kışlık ekmek yapılır ve bir kış o ekmek yenir. Efendim, bulguru yapılır, aşlığı yapılır, işte sucuğu, pastırması, kışlık bütün yiyecek yapıldığı için, yabancı memurlara, yerli halk yardımda bulundu. Çünkü yerlinin kışlık hazırlığı vardı. Ve Türk aile kültüründe, önemli konulardan birisi de mahalle, muhakkak ki fakirini kendi desteklerdi. Ahmet Pınarı diye bir bağımız, bahçeli yerimiz vardı. 63 hane, beş ay oraya bağa taşınırız, beş aydan sonra, şehre taşınırız. Taşınmadan evvel, bizim evin karşısında cami varıdı, çok zaman katipliği de bana yaptırırlardı. Orada toplanır erkekler, en yaşlı olan kişi sorardı. ‘İşte, filan Hidayet kadın, ekmekliğini yaptı mı, etliğini yaptı mı?’ Hidayet kadın dul, kimsesi yok, fakir kadın. Fakir, 63 hanenin içinde, 12-13 hane çıkardı, herkes onun ekmeğine, buğdayına, etliğine, her şeyine yardım eder. Onun da her şeyini yaptırır, gönderirlerdi.
Sosyal bakımdan, yardımlaşmayı ve herkesin birbirine sevgisini, saygısını, maddeyle de göstermeyi bildiren bir sistemdi bu.” İlk olarak 1948'de Ağrı'ya tayin oldum, Ağrı bir fecaat. Yatacak yer, yiyecek yer yok. Postaneye gittim, para yatıracağım, Türkçe konuşacak memur bulamadım. Hep Kürtçe, Arapça konuşuluyor.” "Öğretmenken 163 lira alıyordum. Öğretmene büyük önem veriliyordu. Bir öğretmenin maaşıyla beş takım elbise dikilirdi. O zaman en meşhur Kız marka İngiliz kumaşları... Pahalı, millet birbirine gösterirdi, 'Bak yahu, Kız marka kumaş giyiyor adam' diye. Kumaşın kenarında kız resimleri var. Kız marka deniyordu bu yüzden."
1955 yılına kadar dedesi Niğde’de han işletir: Abdulkadir Köylü şöyle anlatır “Dedemin ‘5’e kadar hanı vardı. Ondan sonra taksimde yarısı dayıma, yarısı bana düştü. Ben şimdi orada üç tane dükkan yaptırdım. Çamlıbel’in Han Duvarları şiiri biliyorsunuz; Niğde’de geçiyor. Efendim, Niğde’ye 1932’de Devlet Demiryolları gelmiş. Ondan evvel kervanlarla, efendim, yaylı arabalarla taşıma, nakliyat yapılıyormuş. Bu bakımdan da Niğde’de Saruhan, Kınacıların Hanı, Germiyanoğulları Hanı, Paşa Hanı, Andaval Hanı, Kayseri’ye doğru giden yol üzerinde bu hanlar var. Bunlardan Germiyanoğulları Hanı da dedemin hanı.””Efendim, hanlar çok emin yerlerdi. Adam parasını, malını, her şeyini hancıya teslim eder, giderken teslim alır gider. Hepsi büyük, geniş salonda yattıkları için, akşam oldu mu herkes parasını, şunu bunu verir, saymaz da, keseylen toplanır, bağlarlar bir torbaya götürürler, ertesi sabah torba açılır, herkes gelir, kendi malını alır.
Yani o devirde insanlar arasında büyük bir güven, söze itimat, işte bunların hepsi vardı.’ Ve Abdulkadir Köylü’de vefat ederek yaşamdan ayrıldı ama anlatıları anıları ile Niğde tarihine tanıklığı ile her zaman anılacak Allah rahmet eylesin.
Yaşamından özet bölümler kendi anlatımı ile” 1940’lı yıllar –‘Ortaokula başladım, İkinci Dünya Savaşı başladı. Alman ordularının Edirne hududuna geldiği haberleri var. O zaman radyo çok az, belirli kahvelerde var, çok zengin insanların evinde var. Herkes ajans zamanı oldu mu koşuyor oraya, çünkü büyük bir korku var. Almanlar efendim, Anadolu’yu tepeleyerek, Kafkasya’dan Rusya’ya geçecek diye bir şayia var. Çok sıkı tedbir alınıyor, siyah perdeler, kaput bezlerini hep siyaha boyadılar, ışık göstermek yasak, akşam daha karanlık çökmeden perdeler geriliyor. Belediye başkanı, şube reisi, vilayetten yetkili bir kişi, kapı kapı dolaşıyorlar, tahıl maddesini yazıyorlar. Yani, evde ne varsa. Dedemin hali vakti iyiydi. Bize de geldiler. Dedem dedi ki, ‘80 çerik buğday var.’ Büyük iki tenekeye bir çerik denirdi. Dediler ‘60 çeriği vereceksiniz’, 20 çerik tohumluk olarak bıraktılar. Ve 60 çeriği verdik, hayvanları sordular. İki tane atımız vardı, atın biri çok boylu posluydu, 1.70’ten yüksek olan atları tespit ettiler. Bir senet verdiler, dedem imzaladı. Şube istediği zaman, atı götürüp teslim edecek. Ve tabii, Almanların istikameti değiştiği için savaşa girmedik ama ekmek vesikaya bindi.” Niğde’de dünya savaşının uzak etkilerinin böylesi derin yaşandığı yıllarda ortaokul öğrencisi olan Abdülkadir Köylü dedesi ve annesiyle birlikte İstasyon Caddesi’ndeki bir evde oturmaktadır.
Savaşın etkileriyle ekonomisi bozulan bir ülkede, Anadolu’nun bir kentinde yaşamı kolaylaştıran yardımlaşmayı yakından gözler: “Fakat Anadolu’da hakikaten Türk aile kültürünün büyük önemini o anda anladım. Çünkü yufka ekmek yapılır, adam boyunca. Bir kışlık ekmek yapılır ve bir kış o ekmek yenir. Efendim, bulguru yapılır, aşlığı yapılır, işte sucuğu, pastırması, kışlık bütün yiyecek yapıldığı için, yabancı memurlara, yerli halk yardımda bulundu. Çünkü yerlinin kışlık hazırlığı vardı. Ve Türk aile kültüründe, önemli konulardan birisi de mahalle, muhakkak ki fakirini kendi desteklerdi. Ahmet Pınarı diye bir bağımız, bahçeli yerimiz vardı. 63 hane, beş ay oraya bağa taşınırız, beş aydan sonra, şehre taşınırız. Taşınmadan evvel, bizim evin karşısında cami varıdı, çok zaman katipliği de bana yaptırırlardı. Orada toplanır erkekler, en yaşlı olan kişi sorardı. ‘İşte, filan Hidayet kadın, ekmekliğini yaptı mı, etliğini yaptı mı?’ Hidayet kadın dul, kimsesi yok, fakir kadın. Fakir, 63 hanenin içinde, 12-13 hane çıkardı, herkes onun ekmeğine, buğdayına, etliğine, her şeyine yardım eder. Onun da her şeyini yaptırır, gönderirlerdi.
Sosyal bakımdan, yardımlaşmayı ve herkesin birbirine sevgisini, saygısını, maddeyle de göstermeyi bildiren bir sistemdi bu.” İlk olarak 1948'de Ağrı'ya tayin oldum, Ağrı bir fecaat. Yatacak yer, yiyecek yer yok. Postaneye gittim, para yatıracağım, Türkçe konuşacak memur bulamadım. Hep Kürtçe, Arapça konuşuluyor.” "Öğretmenken 163 lira alıyordum. Öğretmene büyük önem veriliyordu. Bir öğretmenin maaşıyla beş takım elbise dikilirdi. O zaman en meşhur Kız marka İngiliz kumaşları... Pahalı, millet birbirine gösterirdi, 'Bak yahu, Kız marka kumaş giyiyor adam' diye. Kumaşın kenarında kız resimleri var. Kız marka deniyordu bu yüzden."
1955 yılına kadar dedesi Niğde’de han işletir: Abdulkadir Köylü şöyle anlatır “Dedemin ‘5’e kadar hanı vardı. Ondan sonra taksimde yarısı dayıma, yarısı bana düştü. Ben şimdi orada üç tane dükkan yaptırdım. Çamlıbel’in Han Duvarları şiiri biliyorsunuz; Niğde’de geçiyor. Efendim, Niğde’ye 1932’de Devlet Demiryolları gelmiş. Ondan evvel kervanlarla, efendim, yaylı arabalarla taşıma, nakliyat yapılıyormuş. Bu bakımdan da Niğde’de Saruhan, Kınacıların Hanı, Germiyanoğulları Hanı, Paşa Hanı, Andaval Hanı, Kayseri’ye doğru giden yol üzerinde bu hanlar var. Bunlardan Germiyanoğulları Hanı da dedemin hanı.””Efendim, hanlar çok emin yerlerdi. Adam parasını, malını, her şeyini hancıya teslim eder, giderken teslim alır gider. Hepsi büyük, geniş salonda yattıkları için, akşam oldu mu herkes parasını, şunu bunu verir, saymaz da, keseylen toplanır, bağlarlar bir torbaya götürürler, ertesi sabah torba açılır, herkes gelir, kendi malını alır.
Yani o devirde insanlar arasında büyük bir güven, söze itimat, işte bunların hepsi vardı.’ Ve Abdulkadir Köylü’de vefat ederek yaşamdan ayrıldı ama anlatıları anıları ile Niğde tarihine tanıklığı ile her zaman anılacak Allah rahmet eylesin.