Merakla başlayan öğrenme isteği; bilinmezlikler dünyasına kapı aralamaya çalışırken, gerek kendisini, gerek yaşadığı dünyayı, gerekse evreni tanımaya çabalamaktadır. Yaptığı aletlerle teknolojik gelişmeyi son yüzyılda hızlandırmış, evrenin bilinmez derinliklerine doğru yolculuğa başlamıştır.
İnsanlık; makro kozmosda olduğu kadar mikro kozmosda da çalışmalarını sürdürmektedir.
Bu süreçte; insanoğlunun iki temel özelliği akıl ve beş duyusu rol oynamaktadır. Bilgisini, tecrübelerini sonraki nesillere aktarmak üzere önce doğadan elde ettiği boyalarla mağara duvarlarına, taşlara işleyen insanoğlu, zamanla deriye, kağıda ve madene aktarmıştır. Her insanın birikimi sonrakiler için arşiv oluşturmuştur.
İnsanoğlu; kendi bireysel gerçekleri akıl ve beş duyu ile anlama ve algılama çabasında iken, algılanamayan doğaüstü bilgi aktaran elçi/peygamber/resullerle bu kez zaman aralıkları içinde ilahi buyrukları yani kendi aklıyla beş duyuyla anlayamadığı konuların ne olduğunu açıklayan vahiyle/din’lerle gerçekleri kavramaya başlamıştır. Her din’in anlamı biraz daha genişlemiş; insan, toplum, dünya, doğa, evrenle ilgili temel görüşler ortaya koymuştur.
Akla ve beş duyuya dayalı felsefi ideolojik akımlar ise; zamanla ideolojik sistemli açıklama sürecini de beraberinde getirmiştir.
Aklın veya beş duyunun, benimsenişi bazen din’lerle beraber bazen de din’leri reddederek kendi başlarına gerçekler dünyasını, anlamaya, bilmeye, yorumlamaya yöneltmiştir.
Akılcı akımlar ve Pozitivist akımlar yanında din’i akımlar da; insanoğlunun düşünce dünyasını, yaşamını şekillendirmeye yönlendirmeye devam etmiştir.
Akılcı akımlar; akılla kavrama anlama, bilme öğrenme ona göre yaşama temel düşüncesine sahipken, Pozitivist akımlar beş duyu ile algılananların gerçek olduğunu benimseyerek ona göre yaşamayı tercih eder.
Din’i akımlar ise; Din’i kabulleri tartışmadan yani akıl ya da beş duyu ile sorgulamadan mutlak doğru kabul ederek düşünmeyi ve yaşamayı öngörmektedirler.
Din’i akımlar çıktıkları dönemlerde; aydınlatıcı yenilik içeren düşünce, bakış, yorum ve yaşayışını esas alan ilkeler getirmiştir. Ancak, din’ler; akıl ve beş duyunun gelişimine göre yorumlamayı kabul etmeyince, dogmalara dönüşmüş ve hiçbir gelişme ve ilerleme dinamiğine sahip olmayan, kapalı düşünce atmosferinde düşünen, yaşayan, kişilere tapan, ölülerden medet uman, zenginliğe, cinselliğe odaklanmış sürü insanlar oluşturmuştur.
İdeolojik akımlar; vahyi reddetmenin getirdiği boşluğu dolduramama sorunu yaşamışlardır. Herşeyin akılla, beş duyu ile çözülemeyeceği gerçeğini kabul etmek istememişlerdir.
Pozitivistler ise; beş duyu bilgisini mutlak algı olarak kabul etmişler ancak beş duyunun yetersizliğini anladıkça aklın ve vahyin de önemli olduğunu ifade etmeye başlamışlardır.
Akılcı, pozitivist ve vahiyci/din akımlar; kendilerini mutlak doğru çizgi görünce, fasit daire içinde aynı şeyleri söylemeye, aynı kalıplarla düşünmeye saplanıp kalmışlardır.
Aklın da, beş duyunun da vahyin de gerçekte öngördüğü; merak, anlamak, bilmek, düşünmek, yorumlamak, sabit düşünmemek, sorgulamak olmasına rağmen, İdeolojik akımlar ve Din’i akımlar sorgulamaya şiddetle karşı çıkmaya devam etmektedirler.
Oysa; felsefi akımlar da, rasyonalistler de pozitivistler de, dinciler de benzer kavramlar, üzerinden öngörülerle, benzer vaatlerde bulunmaktadırlar.
Günün Söz: İnsanın aydınlanması akıl sahibi olması ve aklını kullanması ile mümkündür.