İnsanları büyük yalanlara daha kolay ikna edebilme yöntemlerini ustalıkla kullanmıştı Naziler. Elbette “yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” Başkentleri Berlin’e Sovyet Kızıl Ordusu girip, ayakta kalmış en yüksek binanın üzerine çekiç oraklı kızıl bayraklarını dikince kimin yenilip, kimin kazandığını öğrenmiş oldular.
Ülkemizdeki milyonlarca yoksul emekçi insanımızda inanın 1940’lı yıllardaki Nazi usulü propagandaya maruz kalıyor. Tarz aynı. Medya tekelleri ele geçiriliyor, bütün nüfuz kullanılıyor, medya tekellerinden birçok yazar kovuluyor. Bunlar vaktiyle iktidar partisini kararlıca savunmuş olsalar bile! “Ahde vefa artık eski bir masaldır sadece.” Kötü pragmatizmin daniskası. Kullan, yol al, katlan, işin bitince bir kenara fırlat.
Tek merkezli medya, bize her şeyin harika olduğunu anlatıyor. İktidarın en sıradan argümanlarını bile hararetle savunuyorlar. Onlara kalırsa işler tıkırında; işsizlik oranı düşüyor, kişi başına düşen milli gelir artıyor, “Gezi” dış güçlerin işi, faiz lobisi devrede, yüzde 10 barajı makul, polis haklı, hapiste gazeteci yok… CNN’ne kükreyip yerli malı bir TRT News kurmaya dahi giriştiler. Gerçekte düştükleri durum umurlarında değil. Yeter ki iktidarları sürsün. Ancak, diyalektik ve bilimsel hareket metotları bu durumun böyle devam edemeyeceğini, alternatif yolların bulunacağını haber veriyor.
Bakın, iktidar partisi liderine, onur direnişinde evlatlarını yitiren annelere baş sağlığı dahi dilemezken orantısız güç kullanan polisi savunuyor. Uludereli ailelerle “devlet gibi” konuşuyor. Kayıpları konusunda iftar sonrası “bilgim” yok. Diyerek hala geçiştire biliyor. En sıradan, rezalet çıkarmasa kimsenin adını duymayacağı demagog memurları bir gün eşcinsellere kin kusuyor, bir gün hamile kadınlara dair tipik despotik erkek zihniyle söz üretiyor, kadın gazetecilere küfrediyor. Rezaletler, toplumsal tepki almadıkça bu tür tutumların hiçbiri önemsenmiyor üstelik.
Hali hazırdaki siyasal iktidarın haklar ve özgürlükler bahsindeki tutumunda daha öncekilerden hiçbir farkı olmadığını hatta daha organize ve rafine olarak baskılamayı artırdığını, gün geçtikçe de basını baskılanması dâhil tüm Türkiye toplumunu çelik bir cendere içerisine hapsedeceği görüntüsünü veriyor. Tüm meseleleri yalanın büyüğünü “ileri demokrasi” retoriğini cilalayarak emekçi halklarımıza empoze etmekten ibaret. Geniş halk yığınlarının bilgi edinme kanallarının en yaygını olan gazete ve TV’lerin yani basının ele geçirilmesi kontrol altında tutulması ve bir propaganda aracına dönüştürülmesi iktidar söylemlerinin gerçeğin ta kendisiymiş gibi bir algılama yaratılmasının aracı olarak yeniden yapılandırılıyor. Can Dündar dâhil ekmeğini gazetecilikten sağlayan onlarca basın emekçisinin son günlerde işsizleştirilmesinin arka planındaki gerçeklikler bunlardır diye düşünüyorum.
Mevcut baskı ve zora karşı direnirken, protesto eylemleri yaparken şu hususu aklımızdan çıkarmamalıyız. Ülkemizi yönetmekte olan iktidar partisinin devlet-halk çelişkisinin ürünü olduğunu bu çelişkinin dini referanslarla örülerek ve iktidarın yönetsel gücü kullanılarak, uluslararası tekelci sermayenin de dileklerini eksiksiz yerine getirerek girdiği her seçimde oy oranını artırarak iktidarını sağlamlaştırdığını, özgürlük mücadelesinin yanlış biçimde salt iktidar partisi ve onun iktidarına yönelik bir karşıtlığına indirgemenin “sandık demokrasisi” söylemiyle karşılanarak en temel hak ve özgürlük taleplerinin bile boşa çıkartıla bileceği gerçekliği vardır.
Temel hak ve özgürlükler mücadelesi yürütenler Mayıstan Haziran’a hatta Temmuza geçen onur ve özgürlük direnişi günlerinde emekçi sola dâhil edilebilecek kimi reformcu çevreler, meseleyi kaba bir AK Partisi karşıtlığına indirgeyerek nesnel olarak düzenin diğer oyuncusu CHP’nin değirmenine su taşıyorlar. Bu körlemesine giden kıymeti kendinden menkul geleneksel reformcu sol anlayıştan verimli sonuçlar çıkması mümkün değildir.
Siyasi iktidarın ve devletin yönetim ideolojisinin biçim değiştirmesine rağmen baskıcı özünü sağlamlaştırarak devam ettirdiğini emekçi kitlelere anlatmak, örülmeye çalışılan bilgi kirliliği ve yandaş medya ablukasını dağıtmak için her türden iletişim araçlarını kullanarak olan bitenle ilgili doğru bilgileri sıradan insanımıza ulaştırmak gibi acil, ötelenemez ve sürekli bir görevin tüm devrimci, demokrat, ilerici yapıların ve tek tek bireylerin öncelik arz eden sorumlulukları içerisinde olduğunu hatırlatarak, önümüzdeki Ramazan Bayramı vesilesiyle sıkça yapılacak akraba, eş dost ziyaretlerinde veya kabullerindeki toplantılarda ve hemen her fırsatta sohbetlerimizin merkezinde yaşanan olayların doğru yorumu ve anlatımı mutlaka yer almalı bu ablukayı dağıtacak her türlü alternatif yol ve yöntem kullanılarak geçekler emekçi halkımıza ulaştırılmadır.