Başkanlık Tartışması mı? Yoksa Dayatılması mı?

Abone Ol
 Ülkemiz zenginleri uzunca bir zamandır (1985ler den bu güne) siyasal temsilcileri aracılığıyla “parlamenter sistemin yetersizliği, başkanlık sisteminin gerekliliğini” dillendire gelmişler lakin Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gibi hararetle savunan bir siyasi aktör bulamamışlardı. Hitler Almanya’sından örnekler verecek denli gözü karalıkla başkanlık sistemini içselleştiren bir siyasi aktör elbet zenginlerimiz için bulunmaz Hint kumaşı değerindedir.
 
       Öğe öğe yücelttikleri “üniter devlet yönetimi içerisinde başkanlık sistemi”, ilk filizlerini I. Emperyalist paylaşım savaşı öncesinde vermiş olmasına karşın baskın hale II. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde ulaştı. Adı Faşizm ve Nazizim olarak siyasi literatüre kazındı. Sınıfsal öz olarak emperyalist kapitalizmin öz evladı olduğunu görmekteyiz. Kapitalizmin derinleşen krizine sosyalist bir karşı çıkışın gerçekleşmediği hemen her yerde, kitleler emperyalizmin siyasal biçimi olan faşizme sadece şiddet aracılığıyla değil aynı zamanda rızayla yöneldiler.(Ülkemizde siyasi iktidarın % 49,5 oy alması bu yönden de irdelenmelidir.) 
 
       Üniter devlette başkanlık sistemine örnek gösterilen Hitler modeli evet, seçimlerle iktidara gelerek amma velâkin her türlü ayak oyunu, yalan, iftira, katliam vb. yanında mevcut yasaları yasal biçimde Alman parlamentosunda değiştirerek kendisini Führer ilan etti. 
 
       Zaten Hitler ve Nazi Almanya’sının bizlere verdiği ilk ders, burjuva demokrasilerinde parlamenter sistemin, faşizmin bir alternatifi değil tersine özellikle de onun kadife eldiveni olduğu, zengin egemenlerin isteği doğrultusunda bu kadifeden eldivenin çıkartılarak demir yumruğu nasıl devreye konulduğudur. 
 
      İkinci olarak, faşizm iradi bir tercih değil kapitalizmin emperyalizm aşamasında zorunlu sonuç olarak ortaya çıktığıdır. Faşizmin tarih sahnesinde çıktığı zamandan bu yana kendi içinde ciddi dönüşümlere uğramış olmasına rağmen onun kapitalizmin emperyalist aşamasıyla olan ilişkisini yok saymak yapılacak en büyük ahmaklık olur. 
 
       Bu ahmakların başında liberaller gelir. Türkiye tarihinde geçmişi bir yana bırakalım, bugün ah vah eden liberallerin, AK Partinin siyasal ve ideolojik hegemonyasını inşa sürecindeki yaklaşım ve katkılarını hatırlamak yeterlidir. Bugün çoğu keskin bir “AKP karşıtı” pozlarında karşımıza çıkan bu hempaların hepsi (en başta da Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Oya Baydar, Baskın Oran, Murat Belge... ilsteyi uzata bilirim lakin ayırdığım satırlara yazık) “askeri vesayete karşı çıkıyor” diyerek AK Partisinin ideolojik-sınıfsal karakterini  ve neoliberal kapitalizmle olan ilişkisini gizlemede canla başla uğraştılar. Bunlardan Ömer Laçiner gibi “ideolog” müsveddeleri, tıpkı bugün IŞİD‘i "iktidardan dışlanmış Sünnilerin haklı öfkesi" olarak  gösterip "meşrulaştırmaya" çalışan AK Parti ideologları gibi o zamanlar “AKP’yi Cumhuriyet döneminde dışlanıp horlanmış otarşik (yerel, milli -) burjuvazinin temsilcisi olduğuna" dair "teori"ler döktürenlerin ne başında olan Cengiz Çandargiller  şimdilerde tam bir AK parti karşıtlığı içerisinde  kalem oynatmaktadırlar. 
 
        Başlangıçta da belirttim ülkemiz zengin kodamanları için başkanlık sistemi özlemi yeni değildir. Faşist cuntanın şefi Kenan Evren’in de 12 Eylül faşist darbesinin tek eksiği olarak başkanlık sistemini gösterdiği bilinmektedir. Özal’ından Demirel’ine kadar başkanlık sistemi ülkemiz kodamanlarının son 35 yıllık hayalidir. AK Partinin dolayısıyla cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan’ın farkı ise tarihsel olarak başkanlık sistemini hayata geçirmeye müsait bir iç ve dış konjonktürün rüzgârını yakalamış % 49,5’lik halk desteğini son seçimlerde arkalamış olmaktan başka bir şey değildir. 
 
        Lafı toparlayacak olursak, Cumhurbaşkanının üniter devlette başkanlık sistemi olarak Hitler Almanya’sını göstermesi bir dil sürçmesi değil, iradi olarak ne istediklerinin dışa vurumudur. Sermayenin birikim yasasının kaçınılmaz sonucu olan zenginliklerin bir avuç egemen zümre elinde toplanması ve zıddı olarak yoksulluğun sefaletin milyonlarca emekçiyi hızla çoğaltarak kuşattığı durumlarda bu aç, sefil, ezile, ezile posası çıkartılmış milyonları yönetme, zaptı rap altında tutma aracı olarak da devlet aygıtının yargı- yürütme- yasama organlarının tek elde topallanmasını topluma  dayatması olarak okunmalıdır.