“Düşünün bakalım... Kısa bir süre öncesine kadar bazı konularda yazıp çizebiliyor muydunuz?”
Düşündüm.
“Doğru vallaha...” dedim.
* * *
Gerçekten de kısa bir süre öncesine kadar “dokunduğumuzda yanabileceğimiz” alanlar vardı.
Ama artık o alanlara korkusuzca dalabiliyoruz.
- Mesela askere vuramazdık. Ama şimdi vuruyoruz.
- Mesela generallerin ağzının içine bakardık. Ama şimdi bakmıyoruz.
- Mesela Kürt sorununda bir sürü çekincemiz vardı. Ama artık pek yok.
- Mesela İsmail Beşikçi’nin adından bile söz edemezdik. Ama şimdi söz ediyoruz.
- Mesela esaslı bir İsrail eleştirisi yapılmazdı. Ama şimdi yapılıyor.
Yani eski dönemde “dokunma, yanarsın” denilen bölgeler, şimdi “serbest bölge” halinegeldi.
Güzel... Âlâ... Hoş...
Çok şükür. Çok şükür.
* * *
Ama durun bir dakika!
Eskiden bodoslama dalamadığımız alanlara şimdi bodoslama dalıyor oluşumuz, heryanımızın bahar bahçe haline geldiği anlamına mı geliyor?
Ne gezer!
Bizim buralarda serazat bir özgürlük ham hayaldir. İşte bakın:
Yeni dönemin “dokunma, yanarsın” bölgeleri de artık oluşmuş durumda:
- Artık Fethullah Gülen’in adını ağzına alanlar, bir değil, iki değil, en az üç kez düşünmekzorunda.
- Artık “cemaat” diyen adama, “bir şeyleri göze almış adam” muamelesi yapılıyor.
- Artık Silivri rüyası görmeden Ergenekon Davası’na iğne batırmak neredeyse imkânsız.
- Artık polis içindeki çatışmalara yoğunlaşmaya kalkmadan önce yakınlarla helalleşmek gerekiyor.
- AK Parti’ye karşı etkili bir muhalefet yapmaya kalktığın anda, ellerindeki “Ulusal Medya2010” adlı şapşal belgeyi gözüne sokan tiplerle karşılaşman kaçınılmaz.
- Benim açımdan bir sorun yok ama şöyle ağızlarını doldurarak “İrtica geldi kardeş”demek isteyenler açısından artık yollar engellerle dolu...
* * *
O içli Gülden Karaböcek şarkısında “Ne zaman bitecek tanrım bu azap” deniliyordu ya...
Ben de oradan aldığım ayakla...
“Ne zaman gelecek tanrım bütün ifadelerin özgürlüğü” diyorum.
Siz isterseniz Müslüm Baba gibi “İtirazım var bu yalan dolana” da diyebilirsiniz.
GENÇLİK günlerimde... Marş söylemekten, slogan atmaktan, eylem koymaktan acayip hazalırdım.
Şu Beyazıt Meydanı’nın dili olsa da anlatsa...
Her cuma nasıl da Amerikan bayrağı yakma ayinlerine koşardım.
Slogan atarak nasıl da meydandaki kuşları ürkütürdüm. Hey gidi günler hey!
Ama işte o günler de geçti. Artık cuma namazlarından sonra Beyazıt Meydanıdalgalanmıyor.
Türban direnişiymiş, Amerikan karşıtı gösteriymiş, İsrail protestosuymuş, Çeçenya’ya bin selam hareketiymiş...
Hepsi demode artık...
Hoş, demode olmasa da bende Beyazıt Meydanı’nda gösteri kovalayacak derman mıkaldı? Dermanı geçtim, heyecan bile kalmadı.
* * *
Gazeteciler, bugün öğle vakti Taksim’den Galatasaray’a ya da Galatasaray’dan Taksim’e doğru bir eylem koyacaklarmış. Sloganlar belirlenmiş, pankartlar hazırlanmış.
Ahmet’e, Nedim’e destek vereceklermiş, özgürlük talep edeceklermiş.
Şöyle bir yokladım kendimi:
“Gitsem mi acaba?” diye...
Fakat kısa bir süre içinde bin türlü “mania” çıkardım kendime...
“Fazla mı angaje görünürüm acaba?” diye işi bir parça korkaklığa vurdum. Sonra bununpek de şık kaçmayacak bir gerekçe olduğunun farkına varıp, “Ya Aydınlıkçılar eyleme elkoymaya kalkarlarsa...” türü bir mazeretin arkasına saklanmaya çalıştım.
Baktım, bu da olmuyor.
“Dermansızlık” meselesini gündemime sokmaya çalıştım.
Fakat bu da yemedi.
“Kalbim orada” diyecektim, “Madem kalbin burada, sen niye burada değilsin birader” diyeçıkışacaklara verecek bir yanıt bulamadım. Ve en sonunda...
Şöyle enerjik bir kararlılıkla “Gidiyorum” dedim.
Bunu dedikten sonra bir rahatladım ki, sormayın gitsin.
- Yaşam koçunuz olur.
- Mevlit okuma, hatim indirme gibi acil ihtiyaçlar belirdiğinde paniklemenize gerek kalmaz.
- İmam nikâhı ihtiyacınızda Hızır gibi imdadınıza yetişir.
- Ateistseniz saatlerce Allah’ın varlığını tartışacağınız bir dosta sahip olmuş olursunuz.
- Dindarlığınız için “Benim dedem de müftüydü” gibi bir dayanağınız yoksa “Benim aile imamım var” deme şansınız olur.
- Bazı zengin aileler, kendilerine birden fazla imam edinerek hava atma imkânı elde etmişolurlar.
- Alevi vatandaşlarımız “Biz de aile dedesi istiyoruz” diyerek özgürlük alanlarını biraz daha açma fırsatı bulurlar.
- Yemeğe davet edip sofraya imambayıldı koyarak latife yapmış olursunuz.
MEHMET Haberal hastaneden alınıp hapishaneye konulmadan, derin devleti çökertmekmümkün olmayacaktı.
Yani bütün iş gelip Mehmet Haberal’ın hastaneden hapishaneye nakline dayanmıştı.
Ve sonunda bu da gerçekleşti.
Gerçi Mehmet Haberal, yine bir üçkâğıt çevirip Silivri’ye nakledilir nakledilmez, bazıorganlarını harekete geçirip rahatsızlanmış gibi yaptı ama olsun, sonuçta Silivri’yikıyısından bucağından tatmış oldu.
Bundan sonra geriye tek bir tehlike kaldı.
O da Mehmet Haberal’ın Ergenekon propagandası yapmak amacıyla öteki dünyaya firaretme tehlikesidir.
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, CHP ekseninde gelişen “İklim olayı” ile ilgili olarak“Dallas gibi parti...” muhabbetine dalmış.
“Vaktiyle çok Dallas izlediniz galiba” türünden tatsız göndermeleri bir tarafa bırakırsak...
Diyelim ki...
AK Parti’de tacizli falan bir skandal patladı. Bir vatandaş, televizyona çıkıp AK Parti’nin ileri gelen bir ismi hakkında “Bana iltifatı aşan sözler söyledi” diye beyanda bulundu. Budurumda biri çıkıp da “Adalet ve Dallas Partisi” dese...
Bülent Arınç’ın hoşuna gider mi? Şöyle demek istiyorum:
İki dakika empatik ol Bülent Abi...