Bu ülkede avukatlar var!..

Abone Ol
 Ve iyi ki varlar! Çünkü o avukatlar; Rektöründen Genelkurmay Başkanı’na, gazetecisinden milletvekiline; ilk bakışta kendisini en rahat savunabilecek pozisyonda, güçte olduğunu düşündüğümüz insanların yargılanmasında dahi, “delillerin tartışılması” gibi hüküm üzerinde direkt belirleyici etkiye sahip/hayati bir aşamanın atlanabildiği,
Silivri’nin “tenha” olmasından faydalanılarak, toplumsal tepkiden kaçırılan “müebbet dolu” mütalaanın bir avazda okunabildiği düzende,
Bir gün hepimize lazım olacaklar!
Türk askerinin “destan”laşan zaferinin yıldönümünde, Türk ordusuna “şeref”le komuta etmiş Orgeneral İlker Başbuğ’a,
Abdullah Öcalan’ın, “şartlarını kabul” mektubunu taşıyan ulaklarını “gizlice” huzuruna kabul ettiği gün; aynı Öcalan’ı, o caniyi sorgulayan kahraman Türk subayı Atilla Uğur’a,
Milletin “benim adıma konuş, yaz, bağır, çağır, hesap sor” diye vekalet verdiği milletvekilleri Mustafa Balbay’a, Mehmet Haberal’a,
Tam da “ileri demokrasi” lerde olması gerektiği gibi fikri hür-vicdanı hür gençler yetiştiren akademisyenlere, rektörlere,
Hikmet Çiçek’e, Deniz Yıldırım’a, Tuncay Özkan’a, Güler Kömürcü’ye gazetecilere, 
Avukatlara, siyasi parti genel başkanlarına,
Meczup ifadeleriyle, terörist-itirafçı şahitlikleriyle, “katiller”le, “mafyatik tipler”le aynı çuvala atıp,
Zamanlaması itibarıyla “PKK’ya rüşvet gibi” olan ve hiçbir hukuk kitabında yeri bulunmayan, akla ve vicdana sığmayan bedeller ödetmeye kalkan bir düzende,
Bir gün size de lazım olacaklar!
Bu sözlerimi büyüklere masallar sayanlar şimdiden valizlerini hazırlasınlar; zira cezaevinde olmasa dahi bundan sonraki hayatlarını evlerinde, işyerlerinde, bu ülkenin sokaklarında, meydanlarında “mahkum” olarak yaşayacaklar!
İktidarın iki dudağına mahkum;
 “Alın!” 
- Aldık hünkarım!
 “Asın!” 
- Astık sultanım!
 “Kesin!” 
- Emri ferman yüce padişahımızın!
 

***
 

İyi ki “o avukatlar” var!
Çünkü Pazar günü, İstanbul Barosu Olağanüstü Genel Kurulu’nun yapıldığı Haliç Kongre Merkezi’nde, bu ülkenin, bu toplumun eğer isterse, azmederse bütün darağaçlarını yakıp yıkabileceğine, bütün giyotin tezgahlarını söküp atabileceğine, bütün prangalardan kurtulabileceğine dair çok güçlü bir umut dağıttılar!
 

***
 

Bir kişi yeter demek ki bazen...
“Korkmuyorum” diyen bir kişi 
yeter, binlerin korkusuzluğunu keşfetmesine!
Bunu yaptığı için hepimiz teşekkür borçluyuz Ümit Kocasakal’a!
Ondan çok daha cesurları da vardır mutlaka aramızda, çok daha mangal yüreklileri vardır elbet sıksan “şüheda” fışkıracak olan bu topraklarda;
Ama onun farkı “umursaması”nda!
 “Amaaan sen de” deseydi; bu denli büyük bir sivil toplum örgütünün, binlerce “nitelikli” insanın “temsilcisi”, “lideri” pozisyonunda krallar gibi yaşayıp giderdi!
Haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayan insanların, hak ve hukuk çiğnenerek sivil darbe yoluyla istila edilen bir ülkenin derdini dert edindi; itiraz etti, mücadeleye girişti!
 “O” derken arkasında duran yönetimi de var içinde,
 “Baromuzu da size teslim etmeyeceğiz” diyen bildiriye imza atan 7 binin üzerinde İstanbul Barosu avukatı da var,
Türkiye’nin dört bir yanından desteğe gelen barolar, akademisyenler de var,
Bu tablo;
 “Gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar, Safları sıklaştırın 
meslektaşlar,
Bu kavga hukuksuzluğa, faşizme 
karşı,
Bu kavga hak, hukuk, adalet 
kavgası...
Hürriyet kavgası...” diyen bir adamın, nasıl onbinlerce kişiye dönüştüğünün belgesi;
Bu nedenle “umut var” !
 

***
 

Dünkü gazetelerde çoğunlukla Kocasakal’ın sözleri yer aldı. Ben o umuda birkaç damla daha su versin diye, İstanbul Barosu’na destek için 500 civarında avukatıyla Haliç Kongre Merkezine gelen Ankara Baro Başkanı Prof. Dr. Metin Feyizoğlu’nun konuşmasından küçük bir bölüm aktarmak istiyorum 
size:
 “...bizi susturmak isteyenler hiçbir zaman başarılı olamadılar. Bizim pusulamız Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi. Biz Atamıza ve Milletimize söz verdik. 
Biz bu mücadeleye baş koyduk. 
Biz “gerekirse canımızı da veririz” 
dedik. 
İşte bu kararlılıkla buradan, Türkiye üzerine kirli senaryolar yazan tüm emperyal güçlere ve onların Türkiye’deki temsilcilerine sesleniyorum: 
Başaramayacaksınız!
Başaramayacaksınız!
Başaramayacaksınız...”