Allah Allah vesupanallah, hangi ülke ekonomik olarak büyümek istemez, el cevap: Türkiye. Bugünden başlayarak AKP büyümeyi durdurmaya çalışıyor, olacak şey değil, hayırdır.
Neden, çünkü bu büyüme ‘yanlış büyüme’..
Neymiş ‘sahte büyüme’? Dış borca dayalı büyüme, bu yüzden.
Peki bu keskin viraja AKP neden geldi, şundan, her ay 10 milyar dolarlık cari açık artık ÖNLENEMEZ, DURDURULAMAZ hale geldi.
Her ay 10 milyarlık cari açık bir yıl kadar daha sürdüğü takdirde Türkiye’de ekonomik yaşam fiili olarak sona erecek demek.
Peki büyümeyi durdurmak ve cari açığın önünü almak için ne gibi tedbirlere baş vurmuş sanayi bakanlığımız, dinleyin götünüzle biber yemiş gibi acı acı gülün.
Yerli ürünler ve şirketler DESTEKLENECEK.. Yani ‘korunacak’. Bu sizin işbirlikçi politikalarınızla mümkün değil çünkü dünya ticaret örgütleriyle anlaşmalar var sizden hesap sorar..
Yerli ürün ve şirketleri düşünmek on yıllık iktidardan sonra mı AKP’nin aklınıza geldi?
İkinci ne tür önlemler var, şöyle, kamu ihalelerinde yerli şirketlere daha çok öncelik verilecek.. Yok ya.. İmzaladığınız uluslar arası ticari yasaların tümüne aykırı.
Tayyip Erdoğan’ın ‘ustalık dönemi’ işte ‘yerli, milli, korumacılık’ hamlesiyle ya bismillah nihayet on yıl sonra başladı.. Ölme eşeğim ölme, işte bu teşvik ve öncelikler yerli sanayini kalkındıracak ve iki yıl içinde cari açık önlenecek miş miş.
Yeniden döndük başa, motoru dahil her şeyi yerli mesela elektrikli araba mı yapalım, iyi de akü için gerekli lityum madeni Türkiye’de yok, belki de var, bakanımız araştırmaya yeni başlamış, bakanımızın aklına ülkemizde hangi maden ne kadar var on yıl sonra şimdi gelmeye başladı, ki bu da hayra alamet değil, ulusalcılıktan Ergenekonculuktan tutuklamak gerek.
Yahu ne güzel sıcak para ucuz dolar gidiyorsunuz hayırdır. Millidir yerlidir korunmalıdır diyenleri de asıyor kesiyor içeri tıkıyordunuz, başınıza taş mı düştü?
Şimdi Sanayi Bakanı Çağlayan’a Türkiye’nin yüzde yüz yerli ya da yüzde elli yerli hatta yüzde yirmi yerli ne kadar sanayisi var, tek tek söyle, bir istatistik ver, desek veremez.
Sözün kısası, PANİK BAŞLADI…
Her çöküş döneminde her geri dönüş sinyallerinde tarihin bütün coğrafyalarında her ülke her lider döner dolaşır ‘yerliyi’ ‘kendi imkanlarını’ aramaya başlar.
On yıl gecikmelerinin sebebi, sıcak parayla Ergenekon davaları hazırlandı, birinci, ikinci balyoz davaları kotarıldı yüzlerce general içeri tıkıldı, ‘sıcacık dolarlar’ işini gördü.
Sıcacık dolarlar medyayı susturdu gazetecileri susturdu işadamlarını susturdu muhaliflerin her cinsini susturdu, sıcacık dolarlar Türkiye’yi AKP’nin esiri rehini haline getirdi.
Durdurulamayan sıcacık paralar şimdi AKP’nin işini görmeye başladı.
İktidara ilk geldiğiniz günlerde yüzlerce yazarınız ve siyasilerinizle yerli milli ne varsa satan sattıran sizler değil miydiniz, yerli milli sanayiyle ürünle dalgasını geçip ekranlarda sabaha kadar kahkahalarla alay edenler siz değil miydiniz?
Hayırdır, nerden sardı şu yerliyi milliyi arayalım büyütelim koruyalım, öncelik verelim TELAŞI…
On yıl kusturdunuz bu halkı, on yıl partilerinden yazarlarına kadar zıbartana kadar dövüp sorgusuz sualsiz içeri tıktıktan sonra, şimdi bu halka KIRBAÇ diye kullandığınız sıcak para artık sizin sırtınızda şaklamaya başladı… Biz ağladık siz ileri demokrasi şenlikleri düzenlediniz ekranlarda.
Tarihten de eski bir hikayedir, kağnının tekerleklerinden acı ince feryatlar yükselir, öküz, dayanamaz, tekerleğine dingiline ‘yükü çeken benim ağlayan feryat eden sensin’ diye çıkışır.
Sıcacık dolarlar tarihin gelmiş geçmiş en vahşi ordularından daha hızlı bir ‘işgali’ ülkemizde tamamladı..
Irak’ta Felluce’de milyonlarca Müslüman öldürülürken halkımızın gözlerini yine sıcacık dolarlarla körleştirdiniz… Cuma sonrası toplaşıp slogan atan en heyecanlı Müslüman gençliğin gözlerine dahi dolarlarla mil çekmeyi başardınız…
Hatırlayın Bush gelmişti, korumaları bir de portatif tuvaletini yanında taşıyorlardı, neymiş boku başkalarının eline geçmesin diye…
Bu da tarih kadar eski hikayedir, tilki ağacın altına gelip serçeye seslenir, in aşağı, kardeş olalım, arkadaş olalım, dost olalım diye tatlı tatlı yalvarmaya başlamış, tıpkı Tayyip Erdoğan’ın ileri demokrasisi gibi tıpkı yandaş medyanın özgürlükleri gibi.. Türkiye daha güzel olacak Türkiye büyüyecek diye yazdıkları milyonlarca makale ve yetmiş TV’den yaptıkları onbinlerce programda beyin yıkadıkları gibi…
Serçe oralı olmamış…
Ertesi gün tilki yine gelmiş, hadi gel kardeş olalım dost olalım, diye yeniden konuşmaya başlamış…
Serçe, sen yalan söylüyorsun.
Tilki, hayır yalan söylemiyorum, nerden çıkardın?
Serçe, dün sen gittikten sonra ağacın altına ettiğin bokuna baktım, bokunda serçe tüyleri kanatları buldum.
Hikaye bize Bush’un bokunu niye sakladıklarını anlatıyor, Bush’un bokunda Felluceli Bağdatlı Kerküklü milyonlarca çocuğun yırtılmış gözleri ayak kafa parçaları…
Tayyip bey hala ‘ileri demokrasinin anayasasını’ yapmak için ağacın altından sesleniyor, in aşağı ‘dost olalım.’
Yandaş yazarların yandaş savcıların geriye doğru geçen on yılda boklarını deşip gece gündüz hep boklarınıza baktık biz, yazarların gazetecilerin kitap yazanların bu ülkede sokağa çıkıp bağıran muhalefet eden kim varsa hepsinin gözleri tırnakları kitapları deri parçaları, boklarınızda… size artık kim inanır…
Yerliyi milliyi korumak teşvik etmekmiş, satmadıkları yiyip içmedikleri ne kaldı, bilmem Sanayi Bakanı korumaları yanında portatif hela taşıyor mu, sanmam, ancak yandaş medyası portatif hela işlevini kusursuzca gördü, her sıçtıkları bokta lale aradılar, her yedikleri naneleri bir sır gibi sakladılar..
Ne diyelim, bu memlekete milli sanayi lazımsa, onu da, milli sanayiyi üç kuruşa satıp peşkeş çeken AKP getirir…
Güzel hikayedir, çobanın biri denizi durgun görmüş, yahu demiş koyunları satayım ufuklara açılıp ticaret yapayım demiş, durgun suda keyifle kayığını sürmüş gitmiş başka ülkelere, hurmaları yüklemiş yüklemiş kayığına doldurmuş.
Ama dönüşte fırtına kopmuş, kayığı da kendini de kurtarmak için hurmaların hepsini denize atmış…. Derken sahile yaklaşmış, bir başka çoban, deniz çok durgun, koyunları satayım başka ülkelerden ticaret yapayım diye kendince konuşuyormuş.
Çoban diğer çobana nasihat etmiş, durgunluğuna aldanma, bu denizin canı hep hurma istiyor..
Yediniz mi hurmaları AKP’liler, borç parayla arabaları aldınız mı, borç parayla evler yapıp sattınız mı?
Ahlak dersinin en başına dönelim, bir insan bir ülke nasıl büyür nasıl kalkınır nasıl bir üst sınıfa geçer, tarihin bütün tecrübeleri şöyle der, bir, çalışmayla, iki, yetenekle, üç, eğitimle, dört, babadan kalan mirasla…
Yetenek, eğitim ve çalışma, üçü de yok, dördüncüsünü de afiyetle satıp yediniz ve tarih bize hiçbir gelişmenin ‘borçla’ yapılabileceğini tek minicik tek bir örneğini göstermedi.
Yüzlerce general yüzlerce gazeteci içerde ve herkes susmuş tek satır konuşan yok...
Tarihten de eski hikayedir, her şeyi yiyen bir yılan peydah olmuş, taşı da yiyormuş demiri de kemire kemire yiyormuş, yolu bir gün demirci dükkanına düşmüş.. Nasıl sevinmiş yiye yiye semirmiş….
Bütün demirleri yedikten sonra sıra törpüye (eğeye) gelmiş, cari açık her ay 10 milyar dolar ve durdurulamıyor, ısırdıkça törpüyü ağzı kanlar içinde…
Bu şimdi sözü edilen ‘milli, yerel, korumacı’ politikaları gerçek sanmayın, ağızları dilleri eğeden paramparça kanlar içinde, artık önümüzdeki bir iki yıl acıdan kusup törpü yalayıp kan kusacaklar...
Terbiyesiz ahlaksız yazarlar, sapsız balta gibi ekranlara dalıp ülkede ne var ne yok satanlar, rakiplerim ne olursa olsun ölsün yokolsun diye örgütlenmiş gestapo çeteleri, ne oldu, milli yerli sanayi demeye başladınız, daha iktidarınızın ilk günü, maşallah, tebeşire bizim köyün peyniri mi diye melül melül bakmaya başladınız…