Deprem Gerçekliği arkasına sığınmak

Abone Ol
DEPREM GERÇEKLİĞİ ARKASINA SIĞNARAK YAPILMAK İSTENEN KENTSEL DÖNÜŞÜM!
       Nihayet “Kentsel Dönüşüm” projesi tamda kurgulandığı gibi 17 Ağustos’un 14. Yıl dönümüne denk getirilerek açıklandı. Açıklamanın ardından projenin kapsam ve çerçevesi hakkında genel bilgilendirme dışında net bir şey öğrenemedik. İlimiz Niğde gibi küçük yada orta ölçekli şehirler dahil metropol şehirlerin varoşlarına varana dek nasibini almayan yerleşim yeri yok gibi. (Niğde Derbent Kavşağı ile Tarım Açık Cezaevi arasındaki yerleşim bölgesindeki yaklaşık 6000 (altı bin) konutun zemin etüttü ne dayalı olarak kentsel dönüşüm kapsamına aldığı haberleri sıkça dillendirilmeye başladı bile.)
       Anlaşılıyor ki “Kentsel dönüşüm stratejisi” şehir merkezlerini kapsadığı gibi en ücra köşelerini de kapsamaktadır. Hedefinde kent merkezleri olduğu kadar, yoksulların işçi ve emekçilerin oturduğu kenar köşe mahalleler, semtler de nasibini alıyor. Emekçilerin yaşadığı bu bölgelerin bazıları bu dönüşümden nasibini almış ve dönüşüm tamamlanmıştır. Bir kısmı da bu dönüşümü görsel olarak en iyi görebileceğiniz alanlar olarak bir resim gibi karşımız da durmaktadırlar:
      Bir yanda bakamayacağınız uzunlukta beton harmanlar, maket tipi yeşillendirilmiş alanlar ve onların karşısında virane durumdaki pislikten geçilmeyen gecekondu görüntüleri ile insanların gözlerinden  “Kanal İstanbul Projesi” gibi hayalî projelerle yalın sama yaratılarak su kaynaklarının ve doğamızın akciğeri olan ormanlarımızın bulunduğu yüz milyonlarca metre karelik hiç yerleşim olmayan alanların rant sal getirisi için proje kapsamına dahil edilecek olması gerçekliğidir.
      Kısacası emekçilerin yaşam alanlarını, doğayı meta odaklı olarak yeniden organize etmek olan “dönüşüm”, ağaçtan tutalım temiz su kaynaklarına kadar her şeyi talan edilerek sermaye guruplarına para kazandırmanın aracı olacağı gözlerden kaçırılmak isteniyor.
      Geçmiş deneyimlere bakıldığında emekçi semtlerinde “dönüşüm” küçük çapta direnişler dışında sesiz sedasız bir biçimde hayata geçirildiğini görüyoruz. Buralarda emekçilerle uzlaşarak, ikna ve anlaşma yoluyla hayata geçirildiğini de çok iyi biliyoruz. Gizli tehditler, özel şirketler gibi aktörlerin de içinde olduğu çok kapsamlı “ikna” yöntemleriyle iş yürütüldüğü de bilinmekte. İknanın başlıca argümanı ise insanların derme çatma barakalar diyeceğimiz evler yerine daha düzgün mekânlarda yaşayacakları vaatleriydi.
      Emekçilerin geleceklerini uzun yıllar ipotek altına alan bu zoka mecburen emekçiler tarafından yutuluyor. Bu yöntemin ne kadar alçakça bir yöntem olduğu, o kutu gibi evlere taşınıldıktan, belli bir süre yaşandıktan ve kredileri ödemekte güçlük çekildikten sonra anlaşıldı. Kutu kadar evlere dünya kadar para ödeyen emekçiler, bir yandan bu evlerin kredilerini ödemeye çalışırken diğer yandan ise ev kredileri kadar aidatlar ödemek zorunda kaldılar.
      Bu deneyimleri yaşayanlar bu yöntemin alçaklığını anladılar anlamasına ama yeniler için bu yöntem cazibesini korumaktadır. Zaten bir kere hayatta karşılığını bulan bu yöntem ondan sonra bütün dünya sadece bununla sınırlıymış gibi tek seçenek haline gelebiliyor! Bir kere içine girdikten sonra dön babam dön, sonu gelmez borçlar bitene kadar… Bu döngünün içine dalanlar, çaresizliğini şu sözlerle ifade ederler: “Ben borçlarını öderim bari çocuklarım ev sahibi olur”.
     İknada başvurulan tek yöntem de bu değildir. İstanbul gibi deprem bölgesi olan bölgelerde evlerin sağlıksızlığı, olası bir depremde İstanbul’un bir mezarlığa dönüşmesi olasılığı bu dönüşümde egemenlerin önünü açacak argümanlardan biri oluyor. Kötü yapılmış ve ilk depremde yıkılacak bu evler burjuvazinin bu evlerin yıkılması için ciddi bir ikna gücüne dönüşüyor. Çürük yapılar, planlamadan yoksun sokaklar, altyapısız yerleşim alanları… Bunların bütününü kapsayan ciddi bir propagandanın oldukça etkin bir ikna gücü var. Egemenler de bunu tepe tepe sonuna kadar kullandı ve kullanmaya devam edecek gibi görünüyor.
       Hiçbir çatışmaya mahal vermeyecek biçimde devrede olan bu ikna yöntemleri boşa düşürülmeden semtlerde kentsel dönüşüme karşı güçlü bir mücadele odağının yaratılması mümkün değildir. Çünkü konunun muhatabı olan kesimler bu sürece ikna edilmiştir.
      Kentsel döşümün odağı olan semt ve mahallelerde çok ciddi formlar veya meclisler oluşturmadan, orda yaşayan insanların yaşamına dokunmadan bildik yöntemlerle (basın açıklaması-bildiri dağıtımı vb.) bu rant sal dönüşümün engellenmesi mümkün görülmemektedir. Yaklaşan “dönüşüm” saldırısını püskürtmenin yol ve yöntemleri mücadeleci özneler tarafından bulunup hayata geçirilmediği takdirde kentsel yağma daha da hızla emekçilerin ve ezilenlerin “rızasıyla” yaşam alanlarımız daraltmaya devam edecektir.