Yer yerinden oynadı. Ne var? Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Diyarbakır’da.
Sanırsın Ermenistan işgali altındaki Karabağ’a girdi!
“Şok... Şok... Diyarbakır’da sıcak karşılama!”
Altı üstü; bu ülkenin bir Bakanı, bu ülkenin bir şehrini ziyaret etti; “Esad’ın sarayında kuş sütü eksik sofralarda ağırlanmış” gibi haber dili!
***
Hoş, Dışişleri Bakanlığı’nın kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin esasları düzenleyen 6004 nolu kanuna göre “Bakan Bey”; Türkiye Cumhuriyetini ve Hükümetini yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlar nezdinde temsil etmekle, Yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlarla temas ve müzakereleri yürütmekle, Türkiye Cumhuriyeti hakkında yurtdışında bilgilendirici faaliyetler yürütmekle (vs... vs...) sorumlu.
Diyarbakır, tüm aksi çabalara rağmen (bildiğimiz kadarıyla) hâlâ Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarında. “Bakan Bey” buraya “Yurtdışına, Türkiye hakkında bilgilendirici faaliyet yürütmek” için gidecek değil ya!
***
Olağan koşullarda işi “sınır ötesi” yle olan “Bakan Bey”, “sınır”a bu kadar yakın bir noktaya konuşlanıp, “medya ordusu” da milletin zihnini hedef alan topyekün taarruzu başlatınca;
Nefeslerimizi tuttuk, gözümüz kulağımız Davutoğlu’nun ağzından çıkacaklarda!
NTV, CNNTürk, SKYTÜRK, Habertürk, TRT Haber, Ülke TV, A Haber... Hepsinin canlı yayında olduğuna bakılırsa, ya “iddia olunan film gibi operasyon” kesmedi savaş ilan edeceğiz Suriye’ye!
Ya “Biz, sizin teröristinize kol kanat gireriz ama siz bizim teröristimizi besleyemezsiniz” minvalli bir “Kandil notası” vereceğiz Irak’a!
“Bakan Bey” de ülkeyi sürüklediği yerde yani “0 noktasında” gazetecilere vereceği “serasker” pozuyla geçecek
tarihe!
Hepsi iyi güzel de neden Tarım Bakanı’nı almış yanına; top yerine “çürük domates” mi atacağız düşmana?
***
Haber kanallarının, “bed sesli tercümanlarla duyurulan Irak işgali pozisyonu” aldığını görüp, böyle heyecan içinde beklerken, “Bakan Bey” çıka çıka Dicle Üniversitesi’nden çıktı iyi mi!
Akademisyenlik günlerini özlemiş, gençlere hitap edecekmiş!
İyi de bunun bütün Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren yönü ne?
***
Eh bedeni amfide ama ufku sınır ötesine geçer belki dedik, bekledik. “Bakan Bey” in sözleri değil Diyarbakır’ın, Ulu Cami’nin ötesine gidemedi:
- Kardeşlerim Ulu Cami’yi iyi anlasın. Ben burada Mescid-i Aksa’nın kokusunu aldım hep.
- Türkiye’deki tüm camileri gezin Türkiye tarihinden kimler geçmiş göreceksiniz...
Yalan olmasın, bir ara çıktı Ulu Cami’den dışarı; ki o da “iki cami arasında” kaldığı andı!
Sabah namazını Hz. Süleyman Camii’nde kıldığını şimdi de sıranın Cuma namazında olduğunu anlattı: “Karşımda dikkatle dinleyen öğrenci kitlesini görünce uzun konuşurum ama Cuma namazını asla unutmam. Ulu Cami’nin davetine geç kalınmaz bir. Hayır denemez iki.
İcabet şarttır.”
Üniversite kürsüsü değil cami minberi!
***
“Ulusçuluk” yok, “ulus” yok, “milliyetçilik” yok, demek ki “millet” yok, “Tellebyat ile Akçakale arasında nasıl sınır yaşayabilir” dediğine göre “sınır” da yok; dolayısıyla “El Fatiha” “vatan” ve “devlet” de yok; “Ümmet” var!
Davutoğlu’nun, NTV’den CNNTürk’e, Habertürk’ten, TRT Haber’e bütün kanalların “beynimizi yıkamayı amaçlar gibi” ısrarla yayınladığı konuşmasında söylediği tek şey bu:
Hepimiiiiz din kardeşiiiiiyiiiiiiiz!...
Aynı seccademiiiiz!...
***
Seccade aynı da, “Bakan Bey” tarihin çoğu devrinde “kıble” nin şaştığını unuttu zair!
İdris-i Bitlisi’nin “kurmay zekası” da Osmanlı İmparatorluğu’nu bu noktaya getirmişti. Doğu’daki Kürt aşiretleri “Can-ü gönülden İslâm sultanına biat eylemişti” ! Yavuz Sultan Selim de “İslam Halifesi”ne bağlılıklarının karşılığı olarak “Şeyh”leri, “Şıh”ları, “Seyit”leri ihya etmişti.
“Bakan Bey” tarihimiz boyunca camilerden geçen şahsiyetleri görmemizi tavsiye ediyor ya. Görelim. Yavuz döneminden itibaren palazlanan bu “din kardeşi” ve hatta “din büyüklerimiz” bir daha;
Botanlı Bedirhani gibi Tanzimat’ta çıktı karşımıza!
Halid-i Nakşî Kürt Şeyhi Seyit Taha oğlu Şeyh Ubeydullah gibi 93 harbinde çıktı!
1. Dünya Savaşı’nda çıktı!
Kurtuluş Savaşı’nda, İngilizlerin himayesinde kurulan Kürt Teavün ve Terakki ile Kürt Teali Cemiyetleri’nde çıktı!
Seyyid Abdulkadir’le1921 ve 1924’te “Nakşî Kürt şeyhlerini” Türk askerlerine saldırmaları için örgütlerken çıktı!
Ve 1937’de Dersim’de “Seyit” Rıza olarak çıktı.
Nasıl atladım;
“Din kardeşlerimiz” karşımıza bir de 22 Aralık 1918’de çıktı. AKP’nin “primitif” i sayabileceğimiz Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile “İslamcı” Kürdistan Teali Cemiyeti, “İngiliz Kürdistanı” kurmak üzere pazarlık masasındaydı!
Her şey bir yana...
“Bakan Bey” ,
“Bingazi’de devrim sürerken sokağa çıktım. Onlara size selam getirdim dediğimde binlerce tekbirle karşılandım” sözleriniz, hiç yakıştı mı “Cuma hutbesi”ne!
Beyaz Saray’ın önünde “Şükür Namazı” kılan soytarıların da “tekbir” yok muydu dillerinde!
Ankara’da Libya Büyükelçiliğin bahçesinde ülkelerinin bayrağı üzerinde tepinenlerin de “tekbir” yok muydu dillerinde!
Irak’ta milyonlarca Müslüman’ın hayatına malolan “işgal”i de “tekbir”lerle karşılamamışlar mıydı?
Ve Kaddafi “tekbir”lerle linç edilmedi mi; ülkelerini peşkeş çekenlerce!
***
Onca televizyon kanalı olağanüstü hal ilan ettiğine göre; tahmini güç olmayan bir zihin operasyonu giriyor yürürlüğe. “Millet”i ayrıştırıp, “bütünleşmesi” söz konusu dahi olamayacak “ümmet”e dönüştürmek istiyorlar. Gözleri bu hevesle dönünce, “projeci”ler, bütün söylediklerini “geçersiz” kılan minik bir detayı(!) atladılar herhalde; Cuma Hutbesi “devletin bağımsızlığının belirtisi olarak” okunur İslam ülkelerinde!