Suriye’ye dönük emperyalist müdahale sürecinde ABD’nin bizzat yönettiği “operasyon el mekanizma”nın en keskin dişlisi olan ülkemiz siyasal iktidarı, kendisine tanımlanan görevler doğrultusunda bugüne kadar sayısız planlamanın içerisinde yer aldı. Bölgede savaşan selefi-vahabi-cihatçı çetelerin eğitilip-donatılmasından silahlandırılmasına, MİT vb. kurumlar aracılığıyla bizzat savaşan güçlere lojistik desteğin sağlanmasına kadar uzanan bu yayılmacı icraatlar, hâlihazırda yeni boyutlar ve biçimler kazanarak sürdürülüyor.
Dışarıda emperyalist politikaların gönüllü ileri karakol görevini üstlenen ülkemiz siyasi yönetsel aygıtı, bu sürece paralel olarak içeride de ceberut baskı ve zorbalığı gün be gün tırmandırıyor. Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı kent ve ilçe merkezlerini hedef alan yeni savaş politikası, gelinen yerde belli bölgeleri imhaya dönük barbarca yöntemlerle hayata geçiriliyor. Mahalleler tank ve top atışlarıyla yıkılırken, çocuğu, kadını, genci ve yaşlısıyla bütün bir halk hedef alınıyor.
Kürt halkına yönelik zorbalıkta sınır tanımayan devletin zor aygıtı, ülkenin tamamında ilerici, demokrat, akademisyen ayrımı gözetmeden bütün muhalif güçlere yönelik baskı politikalarını da aralıksız sürdürüyor. Bunun en güncel ve somut örneklerini ise, barış isteyen akademisyenlere yönelik hali hazırda devam eden linç kampanyası, Kürt halkıyla dayanışma eylemlerine yönelik estirilen polis operasyonları, ev baskınları, gözaltı ve tutuklama furyası oluşturuyor.
Bütün bu baskı ve şiddet politikalarını ise tek bir argümanla, “teröre karşı mücadele” söylemi ile perdelenmeye çalışılıyor. Tek parti emrine girmiş yönetsel aygıt, “terör” demagojisi ile toplumu sersemletmeye, gerçekleştirdiği barbarca saldırıları meşrulaştırmaya, işçi ve emekçileri kendi yedeğine almaya çalışıyor.
“Teröre karşı savaş”, 2000’li yılların başında, emperyalist güçlerin savaş ve saldırganlık politikalarını örtmek, dünya kamuoyunu maniple etmek için devreye soktuğu bir argüman olarak gündeme gelmişti. ABD emperyalizmi 2001 yılında Afganistan işgaliyle başlayan ve tüm Ortadoğu’ya yayılan savaş stratejisini, bu aynı söylemle gerekçelendirmişti. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’nün New York’taki ikiz kulelerini hedef alan saldırıyı gerekçe gösteren ABD, sözde “teröre” karşı savaş ilan etmiş ve bütün bir Ortadoğu’yu kana bulayan savaşlar serisinin düğmesine basmıştı.
El Kaide gibi çeteleri besleyip büyüten ve bölge halklarının başına bela eden emperyalistler, bu kanlı oyuncaklarını ihtiyaç duyduklarında devreye sokarak kendi terörlerine zemin hazırlamaya, yeni savaşlar döneminin taktik politikası olarak kullanmaya devam ediyorlar. Dün El Kaide üzerinden hayata geçirilen kirli senaryo bugün IŞİD’le sürdürülüyor.
Had-dı zatında ülkemiz siyasi iktidarları, efendilerinin uygulaya geldiği bu kanlı taktiğini Kürt halkını ve ilerici-devrimci güçleri ezmek için yıllardır pervasızca kullana gelmiştir. Her türlü toplumsal muhalefet dinamiği “terör” damgası vurularak saldırı hedefi haline getiriliyor. Dahası, “teröre karşı mücadele” demagojisini etkin kılmak için, ceberut devlet uygulamalarına sonuna kadar yeşil ışık yakılmış durumda. IŞİD çeteleri aracılığıyla gerçekleştirilen Suruç, Ankara ve Sultanahmet katliamlarının hemen ardından tırmandırılan polis devleti uygulamaları ve faşist zorbalık, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Sözün özü özeti; “teröre karşı savaş” argümanıyla ilerici, demokrat, akademisyen ayrımı gözetmeden bütün muhalif güçlere saldıran, Kürtlerin yaşadığı bölgeleri sokağa çıkma yasaklarıyla ablukaya alan siyasi iktidar kendi yarattığı korku ve şiddet politikalarını gizlemeye çalışmakta.
“Yürürlülükteki yasal mevzuatı bir kenara bırakın” yollu talimatlarla ülke sathını baskıyla, şiddetle kontrol altında tutma çılgınlığını geri püskürtmek için ülkemiz tüm demokratik muhalefet güçlerinin “amasız, fakatsız” bir araya gelerek ceberut uygulamalara son verilmesi talebiyle birleşik örgütlü mücadele yürütmesi elzemdir.