Sorun belli.
Yaşananların insani, İslami ve millî bir pencereden değil de oportünizmi esas alan, geleceksiz muvaffakiyetler üzerine inşa eden söylem ve eylemler her kademede ülkemizin pek çok yerine sirayet etmiştir.
Hâl öyle bir haldir ki, tarihten getirip de çağın ruhuna da uyarlayarak geleceğe taşımak istediğiniz bütün değerler, itibarsızlaştırılarak bir operasyona kurban edilmektedir.
Bu algı operasyonunu Değerli dost Mehmet Akif Okur'un ifadesinde olduğu gibi bir "söylev kapanı" ile gerçekleştiren irade, dün dillendirilmesi mümkün olmayan pek çok gayri millî tezleri; söylem değiştirerek, yeni manalar yükleyerek, kullanılacak meşru, gayrimeşru her yöntemi kullanarak topluma kabul ettirmeye çalışmaktadır.
Sevinenler ve dövünenlerin yaklaşımlarına baktığımızda Türkiye’nin içinde bulunduğu durum toplumsal ayrışmayı tetikliyor gibi görünmektedir.
Bu milleti karşılıksız sevdiğini söyleyen Ülkücüler açısından ilk söz; ufuk açıcı, çözüm üretici, kendi kaynaklarından beslenen tutumlarla meselelere yaklaşılması gerektiğidir.
Bu mümkün mü?
Ümitsizlik inanan insanların şiarı olamaz. Yaşananları, kulun iradesi ile sınırlı da tutamayız. Neticeden değil yaptıklarımızdan – yapmadıklarımızdan da- mesul olduğumuza göre; evet, gür bir seda ile:
Yeter artık! Söz Ülkücülerin, deme zamanı geleli çok olmuştur.
Buradaki "söz" siyasi ikbal ve beklentilerle açıklanamaz.
Memleketin ve milletin tarihten süzülerek getirdiği ülkülerden bahsediyoruz.
Genel manada “vazifeli millet” diye ifade edilen kutsi yaklaşımdan alın da güncel olarak yaşanan meselelere ait çözüm önerilerine, Türk milletinin içinde bulunduğu buhranlara ışık olabilecek milliyetçi tutumdan geleceğe ait milli tasavvurlara kadar, toplumsal mutabakatın inşası adına Ülkücülerin ülkenin her karışında bir gönül seferberliği gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Toplumun isteklerini doğru okuyan, millette karşılık gören, yerelden genele doğru sorunları ertelemeden çözümler ortaya koyan, asli unsurları muhafaza ederek ülkeyi geleceğe taşıyan, olaylara idealizm ve realizm perspektifinde yerli yerine oturmuş bakışlar sergileyen Ülkücü iradenin söz sahibi olması lazım.
Bu gerçekleştirilebilir mi?
Elbette. Böyle bir iradeyi toplum hayatına tarz olarak sunacak ekip Ülkücü yapıda mevcuttur.
Yapılması gereken ilk iş, inandığı gibi yaşayan, kaderini milletinin kaderine bağlayan Ülkücü vefa insanlarının, meşhur ifade ile elini taşın altına sokması gerekmektedir.
Bunu yaparken de asla fitneye fırsat vermeden, yapıcı, üretici, kalıcı, millette karşılığı olan birleştirici bir tarz ortaya konulmalıdır.
O yaklaşımlar uzun bir tahlil ister. Şimdilik başlıkları koyalım, zamanla hem konuya vâkıf ehil isimlerce hem de mesuliyet sahibi gönüldaşlarca somut verilerin ortaya konacağına inancımız tamdır.
Birinci öncelik; söz sahibi olanların, şahsiyetçilik ilkesinde bir şuurla hareket etmesi gerekmektedir.
Ardından, bir zamanlar ortak rüyalar, ortak hayaller, ortak ülküler kuran bir milletin, ayrı ufukları barındırıp ayrıştıran seslere mahkûm edildiği görülerek yeniden ulvi, ilmî, iktisadi esaslar etrafında birleştirilmesi adına doğu ve güneydoğudan başlamak üzere yollara düşülmelidir.
İnsanımızın, toprağımızın ve tarihimizin emaneti olan asli cevhere sahip çıkarak, “cahillik, bölücülük ve fakirliğin” çözüm yollarını anlatacak iyi bir ekip, milletle kucaklaşmalıdır.
Milleti millet yapan tarihsel bağları ve geleceğe ait ülküleri unutmadan “Tarihimizle yüzleşiyoruz.” aldatmacalarına, mazi-ati köprüsünün önemi çerçevesinde, “toprağa kapanmış hürriyet abidesi şehitlerimizin emaneti” olarak görüp ortak değerler üzerinde sarsılmaz bir birlik inşa edecek projeler ortaya konmalıdır.
Yani “Yeter artık! Söz Ülkücülerin!” diyerek emanet ehline verilmelidir.