Asalak kapitalistlerin çıkarlarını pervasızca savunan siyasal iktidarımız, dış politikayı da, bölge halklarına karşı emperyalistler adına “aktif taşeronluk” ekseninde icra ediyor. Bölgesel çapta üstlenilen bu alçaltıcı misyon, ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yürüttüğü egemenlik savaşının kayıtsız şartsız desteklenmesi anlamına geliyor.
Afganistan, Irak, Libya saldırılarının ardından Suriye’nin hedef tahtasına çakılması, ABD’nin egemenlik savaşının dibimize kadar ulaşması anlamına geliyor. AKP iktidarının bu savaşta üstlendiği rezil rol ise, emperyalist/siyonist güçler adına nasıl da arsızca tetikçilik yaptığını dünya-aleme göstermiş bulunuyor. Şam’da dinci-gerici Amerikan kuklası bir yönetimin kurulması için kışkırtılan savaşta silahlı çetelere komuta eden dinci-Amerikancı iktidar, Türkiye’nin güneyini, özellikle Antakya ve çevresini CIA-MOSSAD ajanlarının, El Kaidecilerin, silahlı çapulcuların cirit attığı bir yer haline getirmiştir. Suudi Arabistan-Katar ikilisiyle birlikte -ABD güdümünde- savaşa giren AKP iktidarı, Ortadoğu’da “karşı-devrimin merkez üssü” rolünü üstlenmiş bulunuyor.
Gerici-yayılmacı emellere ulaşmanın yolunun, emperyalistler namına “aktif tetikçilik” yapmaktan geçtiğini var sayan Ankara’daki Amerikancı takımının, içeride daha da saldırganlaşması kaçınılmazdır. Zira komşu halklara karşı emperyalistler adına savaş açanların, ülke içinde ilerici-devrimci güçlere, işçi sınıfıyla emekçilere, Kürt halkı ile siyasi temsilcilerine, Alevilere ve tüm ezilenlere saldırması da kaçınılmazdır.
Bu saldırıların tümü, son tahlilde işçi sınıfı ile emekçileri dolaysız bir şekilde hedef almaktadır. Bölge halklarına karşı saldırganlık ve savaş da, Kürt illerinde azdırılan kirli savaş da, ırkçı-dinci güruhların Alevilere karşı giriştiği linç saldırıları da işçi sınıfını vurmaktadır.
Zira burjuvazi ve onun vurucu gücü AKP iktidarının içeride ve dışarıda izlediği faşizan/saldırgan politikalar aynı zamanda sosyal yıkım saldırılarının pürüzsüz uygulanmasının da önünü açıyor. AKP iktidarı, bu saldırıların kabarık faturalarını işçi sınıfına ve emekçilere ödetmek için her yola başvuracaktır. Zira emperyalizmin ve sermayenin vurucu gücü olan bu iktidar işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının, Alevilerin ve diğer ezilenlerin düşmanıdır. Dolayısıyla hem bu ortaçağ zihniyetli iktidara hem icraatlarına karşı mücadele etmek, saldırılardan payına düşeni alan tüm toplum kesimlerinin görevidir. Bununla birlikte bu mücadelede işçi sınıfına özel bir misyon ve sorumluluk düştüğünü de vurgulamak gerekiyor.
Peki, biz emekçiler olarak ne yapmalıyız?
Emperyalist/siyonist güçlerin egemenlik savaşı, kapımıza dayanmış bulunuyor. ABD’nin organize ettiği bu savaş, bölgeyi etnik, dinsel, mezhepsel temelde parçalamak, halkları birbirine boğazlatmak ve onları güçsüz düşürüp köleleştirmeyi hedeflemektedir.
İşçi sınıfını vahşi bir şekilde sömürerek büyük servet biriktiren asalak kapitalistler sınıfı ve onun vurucu gücü AKP iktidarı, gelinen yerde “bölgesel güç” olmak adına, ABD’nin yürüttüğü egemenlik savaşının “aktif taşeronu” olarak rol oynamaktadır. Uğursuz olduğu kadar alçaltıcı da olan bu rolün işçi sınıfı ve emekçilere yeni felaketler dışında bir şey sunması mümkün değil.
İşçi sınıfı, harcı halkların kanıyla karılan pastadan pay almak uğruna kışkırtılan bu savaşı mahkûm etmeli, dahası bölge halklarıyla dayanışmayı yükselterek, emperyalizme ve AKP iktidarı başta olmak üzere bölgedeki tetikçilerine karşı mücadele etmelidir.
İşçi sınıfı etnik, dinsel, mezhepsel kışkırtıcılık ve ayrımları boşa düşürmelidir!
Etnik, dinsel, mezhepsel ayrımcılık, dinci-Amerikancı AKP’nin genlerinde vardır; Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP yöneticilerinin icraat ve açıklamalarında bu olguyu kanıtlayan sayısız örnek mevcuttur. Tayyip Erdoğan’ın son açıklamaları, bu zihniyeti tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.
Irkçı dincilerin Malatya Sürgü’deki vahşi linç girişiminin tartışıldığı günlerde TV ekranlarında boy gösteren AKP şefinin, Cemevlerine “ucube” demesi, bu yetmiyormuş gibi Alevilerin camilerde ibadet etmesi gerektiğini vaaz etmesi, ırkçı-mezhepçi zihniyetin vardığı noktanın, tüm çirkinliği ile ortalığa saçılmasını sağlamıştır.
Bu kokuşmuş ortaçağ zihniyetinin temsilcisi olan AKP iktidarının amacı işçi sınıfını etnik, dinsel, mezhepsel temellerde parçalamak; sınıfın birliğini dinamitlemek; sınıf kimliğini yozlaştırmak ve buna dayanarak onu, “boyun eğmiş köleler sürüsü” haline getirmektir.
Kıdem tazminatının gaspı, grev yasakları, TİS hakkının fiilen engellenmesi, “modern” işçi pazarlarının oluşturulması, bölgesel asgari ücret şeklinde uzayıp giden saldırılar zinciri, işçi sınıfına kaba köleliği dayatmaktadır.
Dinci-Amerikancı sermaye iktidarının bu pervasız saldırılarını püskürtmek, işçi sınıfının, demek oluyor ki, ülkenin geleceği açısından kritik bir önem taşıyor. Dolayısıyla işçi sınıfı tüm birikim, deneyim ve mücadele kararlılığını kuşanarak sermayenin karşısına dikilmelidir.
Sermayenin fütursuz saldırılarına karşı biriken öfke ve bunun pek çok fabrika ve işletmede işçilerin eylemleriyle dışa vurması, sınıfın saflarındaki mücadele dinamiklerini hissettirmektedir. Saldırı furyasının meclisin açılmasıyla ivme kazanacak olması, sınıf saflarındaki öfke birikimi ve mücadele azminin de ivme kazanmasını kaçınılmaz hale getiriyor.
İşçi sınıfının o eşsiz mücadele gücünün açığa çıkartılması ve birleşik bir sınıf hareketinin ilk kıvılcımı olabilmesi için sınıf bilinçli sendikal kadroların müdahaleleri hayati önem taşıyor. Verili koşullarda sendikalara egemen olan zihniyetin böyle bir misyon oynaması imkansızdır. Dolayısıyla bu noktada ilerici-sınıf sendikal kadrolara tarihi bir sorumluluk düştüğünü vurgulamak gerekiyor. Eğer sınıfın ileri kesimi rolünü hakkıyla oynayabilirse, saldırı furyasını püskürtmenin koşulları da oluşacaktır.
Bu noktada, biz sınıf bilinçli sendikal kadrolar başta olmak üzere, işçi sınıfı davasını samimiyetle savunan tüm ilerici-devrimci güçlere büyük sorumluluklar düştüğünü ayrıca vurgulamak isterim.