Bilgi ve enformasyon adı altında anlara sığan binlerce iletinin girdabında debeleniyoruz.
Telefon ekranımızın üzerinde kayan sosyal medya kanallarında, gerek görsel gerekse de verilen başlıkların içeriğine hakim olmadan bilgiyi kaptığımızı sanıp, birde üstüne üstlük fikir sahibi oluveriyoruz.
Son iki yüzyıldır çok büyük bilimsel ilerlemelerin meydana geldiğini görüp, yaşadığımız süre içinde birebir gözleyip, içinde soluklanmaya dahi fırsat bulamadan debelenen varlığımız, kendini anlamlandırmakta güçlük çekiyor.
Maddi varlığın manevi olanı ezdiği,
İnsan olma fıtratının;
Rütben, paran, makamın ve son kullanma tarihine odaklandığı, yeni dünya düzeninin piyonları olmaktan öteye gidemediğimiz bir yolun, yolcu sıfatıyla gezineniyiz birçoğumuz.
Ayakta durmanın güçle ilişkilendirildiği,
Özgüven denen kişilik özelliğinin içsel değil dışsal kaynaklardan devşirildiği,
Benliğimizi; beynimize saldıran reklam evi ve ajanslarına teslim ettiğimiz bir keşmekeşin içerisinde debelenip durarak, yaşadığımızı iddia eden garip zamanların zavallı varlıklarıyız.
Diğer canlılardan bizi ayırt eden düşünebilme yetimizi kötülüğün ve çıkarın emrine verip, hiç kimseye de minnetimiz yokmuş havalarında caka satan afra taframızla,
Yeniçağ asilzadeleri kostümümüzün sanal parlaklığıyla, muhteşem göründüğümüzü zannediyoruz.
Güzele olan meylimizi odağımızdan çıkarıp, çirkin ve kötü olanı seçerek teşhir etmeyi nedense daha çok tercih edip, peşinden sürükleniyoruz.
Önceki yüzyılların sağlamlığı, samimiyeti ve kesinliği yok artık…
Tüm ilerlemesine rağmen paranın yularından çektiği bilimin, objektif olup olmadığı bizleri şüpheye boğuyor.
Nitekim tüm bu olanlar nezdinde ciddi endişe yaşıyoruz.
Çünkü bu çağın adı, bence endişe çağı…
Kurgu, işleyiş ve düzen hepimize kontrolümüzü kaybettiriyor, ruhumuzu yalnızlaştırıyor.
Bu kontrolsüzlük ve yalnızlaşan ruhla beraber…
Yıllardır içe içe geçip bir olmuş insanları, işlenen cinayetler üzerinden ayrıştırıp, ırkçılığı tetiklemek üzerinden rant devşirmek isteyenleri görünce içim yanıyor.
Hedefe giden her yolu evla gören yaşam biçiminin, genel karakteristik özelliğimiz olmaya başladığını izledikçe, içim yanıyor.
Böyle yangına orman mı dayanır?..
Endişe çağının endişeli insanları olarak…
Orman yangınlarını bir şekilde söndürecek ve tekrar yeşerteceğiz yeşertmesine de…
Peki her birimiz, birer firavun olan yüreğimizin ihtiraslı ateşini..
Nasıl söndüreceğiz…