Akşam gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmail Küçükkaya, TÜSİAD’ın kapalı istişare toplantısında konuşan Ahmet Davutoğlu’nun sözleri arasından önemli bir bilgiyi halkın bilgisine şöyle sundu:
“Hani, Arap ülkelerindeki demokrasi arayışlarıyla birlikte Türkiye’nin bu gelişmedeki rolü tartışılıyor, ’Model ülke’ deniyor ya...
Bakan Davutoğlu’nun bu yöndeki sorulara verdiği yanıtta tam şöyle bir cümle varmış:
’Biz Arap Baharı’nı 1950’de yaşadık.’
Kesinleştirmek ve detay almak için bir başka işadamını daha aradım, ortaya ilginç bir kavramsallaştırma çıktı:
Türk Baharı.”
***
Davutoğlu’nun tespiti doğrudur. Çünkü Türkiye, 1950’de NATO’ya girmek için Amerikan dayatması ile rejiminde bir düzenleme yapmıştır. Yapılanlar, İsmet İnönü’nün de bilgisi dahilindedir. Türkiye’ye Orta Doğu petrollerinin bekçiliği görevi verilmiştir.
Bu kararla birlikte Türk dış politikası ve Türk ekonomisi, tamamen ABD-Batı Avrupa güdümüne girmiştir. Adnan Menderes’in de, Süleyman Demirel’in de bu cendereden çıkarak sanayileşme ve kalkınma hızını yükseltmek için başlattığı hamleler, Amerikancı darbelerle kesilecek, artık Türkiye, Attilâ İlhan’ın deyimiyle, giydiği “Batı’nın deli gömleği”ni sırtından çıkarmak için çabalayacaktır...
Zaten gizli NATO Ordusu “Gladio”, NATO ile birlikte Türkiye’de de kurulmuştu. Bu yapı, Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı kurmak gibi Amerikan çıkarları ile çatışmayan milli işler de yapmış olmakla birlikte, Türkiye’deki kardeş kavgasını da hazırladı. Üstelik Türklerin mitolojisindeki en büyük değer olan Ergenekon kelimesini de kullanarak..
***
Gazeteci Webster Griffin Tarpley, ABD’de 1960’ların başından bu yana yerleşmiş bir “gizli hükümet-derin devlet” olduğunu, bu derin devleti, eski CIA Başkanı Allen Dulles, eski Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ile birlikte daha sonraki yıllarda NATO’nun Avrupa’daki birliklerine komuta eden Lyman Lemnitzer’in kurduğunu yazmıştır.
Tarpley, bu derin devlet yapısının Kennedy’nin öldürülmesinden Vietnam’a, İran Gates’ten 11 Eylül’e kadar birçok girişimin temelinde yattığını da belirtmiştir.
İşte Türkiye’de de Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un katledilmesinden, Hrant Dink ve papaz cinayetlerine kadar vahim olayların arkasında böyle bir derin yapı vardır.
NATO’ya giriş ile başlayan bu süreci, “Türk Baharı” olarak adlandırmak ABD veya Gladio açısından doğrudur. Fakat Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, 12 Eylül öncesi kardeş kavgasını da körükleyen bu yapılanmanın aynı zamanda Yeşil Kuşak Projesi için de adam yetiştirdiğini görebilecek birikime sahiptir. Dolayısıyla, böyle bir projeye Türk baharı dediğine göre kendisi de o projenin ürünü müdür?
Elbette Demokrat Parti iktidarı ile gelen demokrasi anlayışını kastettiğini söyleyecektir ve bu da doğrudur ama Türkiye’nin başına ne gelmişse zaten temelleri o dönemde atılmıştır.
Ayrıca, başlangıçta bir demokrasi rüzgârı estirilmiş olsa da DP’nin son yıllarında Türkiye’nin yeniden bir parti devleti haline dönüştürüldüğünü çok net olarak biliyoruz.
Azerbaycan’da Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği yapmış Ramiz Mehdiyev, “Geçmişin Işığında Demokrasiye Giden Yol” eserinde “Üçüncü Dünya ve demokrasiden yoksun ülkelerde yapılan kadife devrimler, yeni Batılılaşma siyasetinin aletidir” diyor.
Yani değişim, dönüşüm dedikleri hareket, dünyanın Amerikan egemenliğine girmesidir!
Demokrat Parti iktidarı da Türkiye’yi Amerikan egemenlik alanına dahil etmiştir.
***
Zaten, Arap Baharı’nın temeli de 30 Nisan-1 Mayıs 2005 günlerinde, Topkapı’daki Eresin Otel’de düzenlenen “Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı”nda atılmıştır. Toplantıyı Türkiye Dışişleri Bakanlığı Büyük Orta Doğu Projesi Masası Başkanı Büyükelçi Ömür Orhun organize etmiştir!
Arap gazeteleri, Türkiye’deki toplantının aslında Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında AKP ile ABD arasında imzalanan gizli bir anlaşmadan kaynaklandığını da iddia ediyordu.
Bu bakımdan Davutoğlu, doğru söylüyor!
ABD’nin Arap Baharı adı altında Arap ülkelerinde yaptığı iş, Türkiye’de 1950’de başlatılmıştır.