Hani yaşadığınız en sıkıntılı günlerinizde veya yaşadığınız bir olayda, çaresizliğin size verdiği yeis içinde iken karnınıza ağrıların saplandığı ve soğuk soğuk terlediğiniz, gözlerinizin dolduğu ve göz pınarlarından akmasına mani olamadığınız gözyaşlarınızın aktığı an, kendinizi yalnız hissettiğiniz ve nasıl kurtulurum veya ölsem de kurtulsam diye düşündüğünüz an, omzunuza dokunup sizi ferahlatacak bir dostunuz var mı?
Olsa bile, onun da faydası bir noktaya kadar, sonra tükenecek. Ölümün soğukluğunu hissettiğinizde kimsenin kimseye bir faydasının olmadığı o gün, yardım almadan ne yapacağınızı düşündünüz mü?
NE DEMEK İSTEDİĞİMİ ANLADINIZ DEĞİL Mİ?
Tek bir dostumuz var o da ALLAH. Ancak bizi sıkıntılardan O kurtarır ve sıkıntısız bir ömrü O sağlar bize.
Bundan hiç şüphemiz yok diyeceksiniz ve içinizden.“Öyle de nedense sıkıntısız bir günümüz olsun geçmiyor. Öbür taraf içinse, Allah u âlem, inşallah iyi olur” dersiniz. Evet, Allah ancak Allah dostlarının her iki dünyada da sıkıntısız olacağının garantisini vermiş.
10 / YUNUS – 62:E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10 / YUNUS – 63:Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10 / YUNUS – 64.Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
Öyleyse siz Allah’a dost musunuz? Yani veli (VELİYYULLAH) misiniz? Eğer iç huzurunuz yoksa ve hayatın sürprizlerle dolu olup hazırlıksız yakalanacağınızdan (ölümden) korkuyorsanız, yani cennet garantiniz yoksa Allah’ın veli kulu değilsiniz.
Birileri; ölünce Peygamberimizin şefaatine nail olacağınızı uyduruyorsa bu dolmayı yutmayın. Peygamberimizin şefaatine nail olmanız da ancak bu dünyada mümkün olur.
2 / BAKARA – 48:Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
Ve hiç kimseden bir kimseye bir şeyin ödenmediği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul olunmadığı ve hiç kimseden bir fidye alınmadığı ve onlara yardım da edilmediği günden sakının.
Allah’a çok dua etmenizin karşılığında, manevÎ yardım için dualarınızın kabul olması da Allah’ın davetine icabet etmenize bağlı.
2 / BAKARA – 186:Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
Allah’ın koyduğu kanun böyle:”dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler”.Demek ki Allah’ın manevi yöndeki dualarımızı davetine icabet etmemiz şartını koyarak kabul edeceğini söylüyor ve de bunu farz kılmış:(22 / HAC - 67…… fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike),….Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et…) Kesin böyle mi diye bir düşünceniz varsa, Allah’ın davetini kabul etmeyen insanların hepsi ölüm anında bunun pişmanlığını yaşar.
14 / İBRÂHÎM – 44:Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).
Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
Demek ki Allah’ın davetini kabul etmeyen kişiler, kendini en önde Müslüman olarak da görse Allah’ın nazarında zalim olmuşlardır.( “zalimler şöyle diyecek”):(İBRAHİM 44)
Peki, ne olacak halimiz? Allah, bizim mutlu olmamızı ve her zaman kendisi ile dost olmamızı istediği için bu tedbiri almış. Sadece, çok sevdiği insanların sonsuz olarak mutluğu yaşaması için. Allah dostu, yani Allah’ın veli kullarından olmamız gerekir. Onun için de Allah’ın davetini kabul etmemiz lazım. O sıkıntılı günlerin hiçbir zaman yaşanmaması, olsa da bizi rahatsız etmemesi için.
3 / AL-İ İMRAN – 172:Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ esâbehumul karh(karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm(azîmun).Onlar (o mü'minler) ki, kendilerine yara isabet ettikten sonra bile Allah'ın ve Resul'un davetine icabet ettiler. Onlardan ahsen olanlar (Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyenler) ve (azîm) takvaya ulaşanlar için "Azîm Ecir (en büyük mükafat)" vardır.
Bu ayette zor durumda olan gerçek müminlerin Allah’ın davetin kabul etmesi, onların Ahsen olmalarını sağlıyor.
Daveti kabul etmeyenlerin, ölüm azabı geldiğinde ne olacağını görmüştük. Dünyada yaşıyorken, tek dost’un Allah olduğunu unutmayalım. Allah’ın davetine icabet etmenin şart olduğunu da bilelim. Yoksa Dünya ve ahiret saadetini yakalamamız mümkün olamaz. Yoksa nefsinin esiri olan zalimlerden olursunuz.
28 / KASAS – 50:Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse(senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
TAMAM, ALLAH’IN DAVETİNE İCAVET EDELİM O ZAMAN HER ŞEY DÜZELECEK Mİ? ŞÜPHENİZ Mİ VAR?
Allah’ın davetine icabet ettik, yani Allah‘a ulaşmayı diledik. Ne olacak?.. Hiçbir şey. Çünkü ne istediğimizi bilmemiz gerekmektedir. Davete icabet eden biziz ama davete giden Allah’ın içimize üflediği kendisine ait olan ruhudur. Bizim bilinçli olarak, Allah’a ait olan ve bize üflenen ruhu, sahibi olan Allah’a ulaştırmayı dilemenin farz olduğunun idraki içinde olmamız gerekiyor.
89 / FECR – 28:İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
Bu ölünce dönmek değil, (tav’an) isteyerek dönmek yani Allah’ın davetine icabet etmektir.
3 / AL-İ İMRAN – 83:E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn(yurceûne).
Onlar, hâlâ Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi tav'an ve kerhen (isteyerek ve istemeyerek) O'na teslim oldular ve onlar, O'na (Allah'a), geri döndürülecekler.
Allah’ın dini(İslâm dini) demek ki Allah’a teslim olmakmış! Neden bizi kendisine davet ediyor ve davete icabet etmeyenin, yani Allah’a mülâki olmayanların amellerini neden boşa çıkarıyor, anladınız mı?
18 / KEHF – 105:Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Bizi yaradan rabbimize mülaki olmayı(ruhumuzu Allah‘a ulaştırmayı) dilemiş olursak İŞTE O ZAMAN ALLAH BİZİ KARANLIKTAN NURA ÇIKARTIR.
2 / BAKARA – 257:Allâhu velîyyullezîneâmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Allah, Allah ‘a ulaşmayı dileyenlerin dostu olduğuna göre bu veli kullarının korkuları ve mahzun olmaları söz konusu değildir. Müjdelenmiş insanlardan olmuşsundur. Taa bundan 1400 yıl önceki gibi.
39 / ZUMER – 17:Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Onun davetine icabet edip, mülâki olmayı dilersek, Rabbimizin istediği doğrultuda hareket etmiş oluruz. Dilemezseniz de tercihinizi yapmışsınızdır.
10 / YUNUS – 7:İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar ayetlerimizden gâfil olanlardır.
10 / YUNUS – 8:Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Cehennem’i kendi tercihiniz ile satın almışsınızdır. Suçu başkasında aramanızın da bir faydası yoktur. Allah’ı bu dünyada dost kabul etmemişsinizdir. Kendinizi, babanızın dini ile kurtarabileceğinizin zannı içindesinizdir. Yazık; kendinize kötülük etmişsiniz ve her iki dünyayı kaybetmişsinizdir.
5 / MAİDE – 104:Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (din) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi...?
2 / BAKARA – 170:Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiği şeye tâbî olun!” denildiğinde; “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yola) tâbî oluruz.” dediler. Ve eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve hidayete ermemiş olsalar bile mi?
Sizi Allah’a davet edenin davetini kabul etmeyip kendi aklınıza güveniyorsanız, ARTIK DÜNYADA VE AHİRETTE DOSTUNUZ YOKTUR.
46 / AHKÂF – 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).
Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
46 / AHKÂF – 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Allah’ın dostu olmayanların dost’suz kalmaları mümkün değildir. Otomatik olarak kendisine Allah’ın dışında bir dost edinmişlerdir. Bilerek veya bilmeyerek de olsa, bu böyle. Bu da, bu durumdaki kişiler için hüsrandır.
2 / BAKARA – 257:Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
SİZ, SİZ OLUN; ALLAH’TAN BAŞKA DOST EDİNMEYİN. VARLIKDA VE YOKLUKTA, SAĞLIKTA VE HASTALIKTA SIĞINACAĞIMIZ TEK SIĞINAK OLAN. ONA DOST OLUN, DOSTLARINDAN YARDIM İSTEYİN. GURUR KİBİR İLE BİR YERE VARAMAZSINIZ. VARAN VARSA BERİ GELSİN.