Kim hangi gaye ile neyin insicamını yaşıyor?
Kalem mi dile hakim dil mi kaleme? Neyi nasıl yaşamak gerekiyor?
Yıllar yıllar önce yani 20-25 yıl evvel, ajandalara duygularımın ahvalini aktarırdım. Kendimce, kendimle yaratıcı arasında bir irtibat köprüsü kurardım. İçimden gelenleri aktarırdım, pür-ü pak, beklentisiz, karşılıksız…
Yıllar yılları kovalayıp, mekanlar ve simalar sınırsız bir değişikliğe uğradıkça, o saf temiz mekanlara ve dostlara olan hasretimiz katmerleştikçe katmerleşti.
Ah insanlık , sefil varlık… Her şeyin kendi elinde olduğunu düşünen, aslında bir nefeslik ömrü olan hilkat garibesi!...
Nereye bu gidiş? Hangi hal hangi hakikatle karışık? Ya da hakikatler de neden bu kadar dallanıp budaklandı?
Ne çok doğru(!) var artık. Bu kadar doğrunun içinde neden “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” hakikati perdelenmeye çalışılıyor?
Aslında çok söze de gerek yok.
Beklentisiz, saf, riyasız, kimin ne dediğine bakmadan yürümek; hem de ardına bakmadan…
Ve bazen hıçkırıklarla…
Bazen bir damla gözyaşı ile…
Kimi zaman sadece içten bir “Ah!” ile…
Teslim olmak her şeyin sahibine…
Herhalde işte o zaman sukut bulur anlamsız çığlıklar…
Öyleyse her şeyin sahibine amin temennileri ile bir kırık dilekçe sunalım hep birlikte:
Ey rızıkları veren Rabbim….
Ey olacakları taktir eden Yüce Allah’ım…
Ey hayır ve şerri belirleyen Büyük Allah’ım…
Bize Hak mucibince bir ömür ihsan et…
Sana layıkı ile kul olabilmeyi, tövbe edip tövbesinde sebat etmeyi, nefsinin değil dininin İsteklerine uymayı nasip et…
Sen bu millete acı Allah’ım…
Güldür zebun giden talihimizi….
Sevdir sevgiden uzaklaşan yüreklere birbirimizi….
Ağlatma artık bu milleti….
Musul’u da Kerkük’ü de Çeçenistan’ı, Doğutürkistan’ı da kurtar zalimlerin zulmünden….
Akan Müslüman kanlarını dindir…
Velhasıl Rabbim…
Sen bizi susuz, sevgisiz, vatansız, imansız bırakma…