Niğde’nin köklü sülâlelerinden olan İmamalilerin en müstesna mensuplarından ikisini, bir hafta arayla ebedi âleme uğurladık. Bu satırları, Suat abinin o tonton yüzünü görürmüşçesine yazıyor, ziyaretime geldiğinde mesafeli durduğumuzdan kucaklaşamadığımıza yanıyorum.
Suat abi, vazifeli olarak Niğde’ye gelmeme pek sevinmiş, belli yaşın üstündekilerin dışarı adım atmadığı günlerden birinde eşi Tülay abla ve kayınbiraderi Feridun abiyle beraber “hayırlı olsun” demek için gelmişlerdi…Hoş beşten sonra babamın kuzeni, Suat abinin de kayınpederi olan Kapıcının Hacimin’in anısına ithafen kaleme aldığım yazıyı yüksek sesle okurken sıra Kapıcıoğlu Ticaret’te satılan malların listesine geldiğinde nefesim yetmemişti de ne çok gülmüştük…
Ölümüne fazlaca üzüldüğüm, aklıma geldikçe hâlâ içimin sızladığı ; eğitimci İzzet Değirmencioğlu ile ne çok ortak yanları vardı…
Onun bu dünyaya vedası da zamansız olduydu…
İkisi de dünya iyisiydi…
Mütevazı ve güleryüzlülerdi…sahte tebessümle işleri olmaz, sözlerinde yapaylık bulunmazdı…
Dürüstlük, insanlık, haysiyet timsaliydiler
İkisi de ehl-i dildi. Gönülleri tamir ederlerdi
Etraflarına moral kaynağıydılar, tavırları hep pozitifti, kara bulutları dağıtırlardı…
Sadece aile, akraba taallukat arasında değil herkesçe sevilenlerden,
Fakir fukara babası, yardımlarını gizli yapanlardan, adam kalmayı başaranlardan,
Niğde’ye muhabbet duyanlardan, bağdan bostandan, çiçekten kelebekten keyif alanlardan,
Cümle âlem iki üç senede bir araba yenilerken ikisi de otuz senelik emektar Reno 12 kullananlardadılar…
Suat abi uzun yıllar aktif siyasetin içinde oldu, Belediye Meclis Üyeliği yaptı. Siyaset onun en son yapacağı işti halbuki… Hesapları ve hesaplaşmaları gördü. Dayatmalara, emr-ivakilere karşı tavizsiz duruşu herkese örnek teşkil etti. Muhalifliği bile körü körüne değil, akılla, mantıkla efendilikleydi. Her kesimin “Suat abisi” oldu.
İzmir yıllarımda Niğde’yi düşünürken, yazarken aklıma bir şey takıldığında Suat abiyi arar, telefonda epey laflanır, Niğde’nin güncel olaylarını yorumlardık. Son kitabımı hazırlarken Niğde’nin at binen kadınlarının en gözüpek ve en masküleni; İmamalinin Zarife Hanım’ın atlı fotoğrafını istediğimde bunu görev addetmiş, bulmak için ne çok çırpınmıştı…
Okumaya ve yazmaya daldığım Karşıyaka günlerinden birinde, Niğde ile ilgili yayınları karıştırırken Atatürk ile yaverinin bir fotoğrafını gördüm. Fotoğrafın altında; “Atatürk, yaveri Niğdeli Ahmet Sungur ile” yazıyordu. Hemen Suat abiyi aradım. Aramızda tamı tamına şu konuşma geçti:
- Suat abi selam; nasılsın?
- Alper’ciğim iyiyim. Sende ne var ne yok?
- Abi, aklıma bir şey takıldı, sana sormam lâzım: Ahmet Sungur kim?
- Büyük babam, babam ve oğlum… üç nesil de Ahmet Sungur…
- Rahmetli babanız Atatürk’ün yaveri miydi?
- ( Burada kahkaha attı) Babam sağlık memuruydu, iğne atardı!
- Atatürk’e mi iğne atardı?
- Bilmem… Belki atmıştır askerliğini yaparken…)
- Büyük babanız mı yaverdi?
- Sungur camiinde imamdı…
Sungur, sıkıntılarını dışa vurmamakta hüner sahibiydi. İçi kan ağlasa da güler yüzlü görünür,
kavgayı bile kendi içinde yapar, dışa aksettirmez ama hakkını da kimseye yedirmezdi. Yılların dürüst esnafı, merhametli ve hatırşinastı.
Rahmetli Emin Necdet Öner ( Kapıcının Hacimin) son derece zeki, kimin kim oluğunu bilen, altıncı hissi kuvvetli ve insan sarrafı bir büyüğümüzdü. “ Memedim” diye çağırdığı kızını elbette ki Niğde’nin o vakitler en kaliteli, en efendi delikanlısına verecekti.
İzmir’den Niğde’ye ne zaman gelsem Suat Sungur’u görmeden dönmezdim.
El-Hacı Mahmud yatırının karşısındaki dükkânına mutlaka uğrar, çayını içerdim. Bundan iki ay kadar önce bir akşam vakti, çarşı kapanmak üzereyken Suat abiye uğradım. “Çay ocağı kapanmıştır” desem de hemen ıhlamur söyledi, çay söyledi… Masanın az ötesinde halı rulolarının arasında beyzbol şapkalı bir zâtın oturmakta olduğunu sonradan fark ettim. Dingin ve mütevekkil bir hâli olan mülayim ve beyefendi tavırlı o zât-ı muhterem; Suat abinin kuzeni Ahmet Kubalı idi… Akşam ezanı okunana kadar keyifli bir Niğde sohbeti yaptık…Kubalı o akşam derin bir düşünceye dalmış gibiydi. Pek konuşmadı. Söz gümüşse sükût altın diyenlerden de olabilirdi. Meğerse ilk ve son sohbetimizmiş.
Rahmetli Hürrem Kubalı’nın Niğde üzerine akıl danıştığı kişi; Ahmet Kubalı’yı pek tanıyamamış olmayı kendim için eksiklik olarak görüyorum. Kendisi ve eşiyle; iki sene önceki 30 Ağustos fener alayı yürüyüşünde Derbent’ten Hükümet Meydanına kadar yürümüşlüğümüz vardı. Bütün muhabbetimiz o kadardı.
İmamalilerin, eski zaman abideleri gibi iki büyük ferdinin ebediyyete göçmeleriyle Niğde daha da tenhalaştı… Birbirinin peşi sıra Rahmet-i Rahman’a kavuşan, Niğde’nin gizli hazineleri, iyilik savaşçıları Ahmet Kubalı ve Suat Sungur abilerime, adam gibi adamlara selâm olsun, mekânları cennet olsun.