Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik anlatımıyla başlayan hikayeler gibi, her yıl Mart ayının sekizinci günü olarak ilan edilip kutlanan “Dünya Kadınlar Günü” ezberini bir kez daha eda ediyoruz şu günlerde.
Kutlamalar, söylev ve nutuklarımızı esirgemeden; görev hissiyatımızın en derin yoğunluğu eşliğinde çiçekler sunuyor, toplumdaki vazgeçilmezliklerini, yaşamın içerisindeki varlıklarının önemi ve vazgeçilmezliklerine atıflarda bulunuyoruz.
Toplumsal cinsiyet rolü eşliğinde, kadına yüklenen sorumluluk ve beklentilerin yoğunluğu,
Sosyal, kültürel ve ekonomik yapı içerisinde karşılaştıkları, erkeklerle eşit olmayan durumlar,
Aile içinde onlara yüklenen sorumlulukların ağırlığı,
Mesleki rekabette erkeklere verilen imtiyazlarla mücadele zorlukları,
Siyasette kendilerini ifade edip haklarını savunma noktasındaki sıkıntılar,
Özellikle ülkemiz kadınlarının uğradıkları şiddet ve kadın cinayetlerinin işlenmesinde etken olan erkek zorbalığı ve yaşamlarının tehlike içinde olması,
Erkek egemen toplumsal yapının dayattığı geleneksel yapı ve bu yapının kadına dayattığı sadece annelik rolü…
Oysa bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerini bire bir tamamlaması gereken, birinde olmayanın diğeriyle bütünlendiğinin gerçekliğiyle, nedense hemhal olamamak.
Mevcut kadınlar günü, gün olarak kutlanıyorsa nihayetinde orada kutlanan güne ait geçmişten bugüne ulaşan bir haksızlık vardır. Doğal olarak da bu haksızlığın mimarı olarak karşı cins olan erkek, sanık sandalyesine oturacaktır.
Şimdi kadın hakkı yoktur, çünkü hakkı erkek ismidir gibi bir esprinin işi sulandırmasına izin vermeden kadın ve erkek ayrı iki cinsi, insan vasıflarıyla değerlendirmeyi elden bırakmamak gerekiyor.
Her iki cinsinde birbiri olamadan yapamamalarını temel harç olarak görecek olursak, kadın erkek ilişkisine de bardağın dolu veya boş tarafı olarak değil, arkadaş, bu bardağın içinde ne var sorusunun cevabını vermek gerekecektir.
Geleneksel yargıların aksine kadını ikinci sınıf bir varlık olarak değerlendirmeyip, modernizmin dayattığı bir cinsel obje imajının da dışına çıkılması gerçekliği göz ardı edilmemeli.
Her şeyden önce kadın; varlığıyla toplumsal alanın her katmanında görev alabilecek kendi insani vasıf ve üretkenlikleri nezdinde değer görüp, hak ettiği yerde olmasını sağlayacak erkek dayanışmasını, yanında birebir hissetmeli.
Kadının; doğurup, besleyen, büyüten, şefkat ve duygusallığıyla yaşatan tarafının bu gezegenin en büyük ihtiyacı olan barış ve huzurun genel bir genetik kodu olduğunu unutmamak gerekiyor.
Gerek siyasi, gerek kamu gerekse de özel, toplumun bir çok katmanında kadınların üst düzeyde temsili, önem arz ediyor.
Elinin hamuruyla işe el atan kadın ;
Öldürmeyip besleyen anaçlığıyla,
Yok saymayıp varlığı koruyan kuşatıcılığıyla,
Dinlemezlik etmeyip, anlamaya çalışan içtenliğiyle,
Empati kuran ve duyguyu kenara atmayan gönüldaşlığıyla,
Yaşamın temelini her iki cinsin temsili olan, insan üzerine kuruyor.
İşte bu noktada Niğde’mizde hemen hemen bir ilki yaşıyor.
Rabia’nın dörtlemesi midir bilmem lakin…
Niğde, 2025 yılının Dünya kadınlar gününe denk şu zamanına;
İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğüne 2 yıl önce atanan sayın Nihal Öner,
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğüne atanan Sayın Elif Belkıs Baştürk,
Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne geçen yıl atanan Sayın Hilal Ünal, Son olarak da İl Milli Eğitim Müdürlüğüne çiçeği burnunda yeni atanan Sayın Elif Özbek nezdinde,
Dört Kadın İl Müdürüyle giriyor.
Kadın elinin; Kamusal alanda ve İl Müdürlüğü seviyesinde temsil edilip Niğde’mize hizmet verecek olmasının bir şans olup olmadığını, bu değerli arkadaşlarımızın ispat edeceğine olan samimi inancımla,
Tüm Kadınlarımızın,
Hak ettikleri Kadınlar Gününü kutluyor,
Varlıkları içinde,
Şükranlarımı sunuyorum…