Kalbin Aklı ve Vicdanın Terazisi

.

Abone Ol

Kalp, yalnızca kan pompalayan bir organ değildir. Kalbinde bir aklı vardır ve bu akıl, bir teraziyi elinde tutar. O terazinin adı vicdandır. Vicdan, insanın ruhunu dengede tutan, doğruyu yanlıştan ayıran bir pusuladır. Ancak eğer vicdanını yitirmiş bir kalbi severseniz, bu sevgi size ağır bir bedel ödetebilir. Vicdansız bir kalp, bir parazit gibi sizin acılarınızdan beslenir, kendi yetersizliklerini sizin varlığınız üzerinden tatmin etmeye çalışır. Bu durum, sizin duygularınızı hiçe sayarak sizi cümle aleme maskara etmeyi bile göze alabilir. Bu tür bir sevgi, aslında sevgi değil; bir tahakküm, bir yok etme mücadelesidir.

Aşk, elbette ki vardır. Ancak aşk, her kalpte yeşermez. Yanlış bir kalpte aşk, kurak bir toprakta yeşermeye çalışan bir tohum gibidir. O tohum filiz vermez, yeşermez, büyümez. Çünkü aşkın büyüyebilmesi için karşısında bir vicdan, bir samimiyet ve bir ruh yüceliği bulması gerekir. Vicdansız bir kalp, aşkı yalnızca tensel bir çöplükte tüketmeyi tercih eder. O, ruhun yüce atmosferine ulaşmayı göze alamaz ve bu basit tercihini bir onur meselesi gibi sunar. Oysa aşk, sadece fiziksel bir çekimden ibaret değildir. Aşk, insan ruhunun en derin yerinde filizlenen ve kişinin varlığını bütünleştiren bir duygudur.

Tüm bunlardan yola çıkıp kendi içine döndüğünde ve yaşadıklarına baktığında yenildiğini sanırsın. Kalbin kırıktır ve ruhunu yorgun hissedersin. Fakat aslında yenilen sen değil; o vicdanını yitirmiş kalptir. Çünkü aşkın gerçeğini, onun manevi derinliğini anlamaktan acizdir. Zahirde kaybeden gibi görünsen de batında kazanan aslında sensindir. Aşkın batınını, yani içsel anlamını görmek, yüzeydeki görüntülerin ötesine bakmayı gerektirir. Fakat bunu herkes yapamaz. Kalbi aklına kör, vicdanın terazisine sağır olan insanlar, aşkı yüzeysel bir düş olarak görüp geçerler. Oysa o düş, aslında bir hakikatin yansımasıdır. Ancak bu yansımayı doğru şekilde tabir edebilmek için derin bir bakış, saf bir ruh gerekir.

Evet, hakikat şudur ki arslanlara arslanlar, tilkilere tilkiler layıktır. Asil olan, yalnızca kendisi gibi bir ruhla anlam bulabilir. Tilkiler, kurnazlıklarıyla gururlanırken arslanlar yüceliklerini sergiler. Okuma yazma bilmeyenlere destan yazmanın bir anlamı yoktur. Çünkü destanın büyüklüğünü anlayacak bir göz, onu hissedecek bir kalp yoksa kelimeler anlamsızdır. Aynı şekilde, gülün kıymetini de ancak bülbüller bilir. Bülbül olmayanlar için gül, yalnızca bir çiçekten ibarettir. Ve kendisi öttüğü için sabah olduğunu zanneden horozlar için, şafak asla gerçekten sökmez. Çünkü onların ötüşü hakikati değiştirmez.

İnsan ne yaparsa kendine yapar. Bugün kendini güzel bulanlar, aynaya bakıp dünyaya meydan okuyanlar, yarın şehrin mezarlıklarında çürümüş kemikleriyle unutulacaklardır. Zira dünya, hiçbirimizin kalıcılığına izin vermez. Ancak insana ölümsüzlük katan şey, vicdanı ve çabasıdır. İnsan, kendi vicdanına sadık kalarak ve çabasını doğru yolda harcayarak bir iz bırakabilir. Aksi takdirde, bir yılan gibi zehrini bal diye satmaya çalışsa bile, geride yalnızca acı ve derin bir boşluk bırakacaktır. Zira yılan ne yaparsa yapsın bal yapamaz. O zehir, en nihayetinde kendi ruhunu da tüketir.

Evet, biz gitsek bile sonunda dünya dönmeye devam edecek. Bu büyük döngüde, bizler bulunduğumuz yerde sabit kalmalı, bir fırıldak gibi savrulmamalıyız. Çünkü insana yakışan, değerlerini kaybetmeden, vicdan terazisini bozmadan, dimdik durabilmektir.

Mehmet Baş