YORUM

Kızın Güzeli Güleçten, Oğlanın Güzeli Traştan Olur

Günümüzde Niğde kent merkezinde 170 adet erkek berberi, 140 adet de kadın kuaförü faaliyet gösteriyor.

Abone Ol

Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü Alper GÖNCÜ yazdı. 

Kuaför ve Berberler Odası seçimi yapılıp Ahmet Sinan Bircan’ın yeniden başkan seçildiğini okuyunca Niğde’de bu mesleğin dünü ve bugününü düşündüm. Bircan’ı yeni tanımama rağmen ilk görüşte kanım kaynamış, pozitif yaklaşımından dolayı onunla sanki kırk yıllık dostmuşçasına sohbet edip ahbap olmuştuk.  Sıcak kanlı ve işinin ehliydi. Dert dinleyip sır tutmaktan yüzünde oluşan yarı-bilgelik ona salon adamı görüntüsü veriyordu. Sadece müşterisinin değil, şehrin de dertlerine vâkıf, saç estetiği dışında kent estetiğini de düşünen, ârif tabiatlı, babacan ve üstüne üstlük şâir ruhluydu. Niğde’deki bütün meslek erbabı da ona güveniyor olmalıydı ki karşısına rakip dahi çıkarmadan onu yeniden başkan seçtiler. Kendisini kutluyor, yeni dönemde başarılar diliyorum. 

Günümüzde Niğde kent merkezinde 170 adet erkek berberi, 140 adet de kadın kuaförü faaliyet gösteriyor. Bu kadar çok üyesi olan bir odanın başkanlığını yapmak her yiğidin harcı değildir. Büyük dağın büyük dumanı olur. Hepsinin -hele de şu son dönemde-derdiyle ayrı ayrı ilgilenmek gerekir. Memlekette ustasına kızan her kalfa, hemencecik kendi yerini açmaya kalktığından veya bir berber bir berbere; “gel birader hadi beraber Niğde’de bir berber dükkânı açalım” dediğinden şehrin sokakları kuaför salonlarından geçilmez oldu.

Niğde’de son senelerde öylesine ferah, öylesine nezih, son sistem salonlar açılmış ki, değme büyükşehirlerde dahi bu kadarına rastlanmaz. Ancak salonun ihtişamına bakıp verilen hizmet kalitesinin de iyi olduğunu düşünmek yanlış olur. Hanımlar, tavsiye ile, deneme yanılma ile kafalarının içine ve dışına en iyi şekilde hitap eden kuaförü er geç bulurlar. Ama önce mekâna bakar, müşteri kalitesini ve çay kahve ikramını değerlendirir. Sehpalardaki sosyete dergilerine varana kadar inceler, ondan sonra da kuaförü benimser veya benimsemezler.

Los Angeles’da sıradan bir kadın kuaförüyken, artistlerin oturduğu mahallede borç harç bir salon açıp önüne de kiralık Rolls Royce park eden kuaförün hikâyesi çok meşhurdur….

Bölgenin en işlek caddesinden havalı bir salon kiralayan kahramanımız, parasını son kuruşuna kadar salonun tefrişine harcar, altına da günlüğü bin dolardan bir Rolls Royce çeker. Üç beş gün o arabayla işe gidip geldikten sonra müşterisi artmaya başlar, bir haftaya kalmaz tüm randevuları dolar. Fiyat tarifesi de katlanır. Borçlarını temizler, kısa zamanda paraya para demez, Beverly Hills’de bir kâşaneye taşınır. Ne demişler; ye kürküm ye dünyası…   Onun Rolls Royce ile işine gidip geldiğini görenler; “Demek ki tercih edilen bir kuaför, çok da kazanıyor, baksana ayol, adam Rolls Royce’a biniyor” diye düşünürler. Bu arkadaş işine bisikletle gidip gelseydi ya da modeli düşük bir araba kullansaydı hiçbir vakit bu zenginliğe erişemeyecekti. Demek ki hayatta -yerine göre-mütevazı/kanaatkâr olmak pek de fayda sağlamıyor. 

GÜNEŞ KUAFÖR EFSANESİ

Niğde’de kuaför salonları açılmadan önce düğünde dernekte evlere gidip saç kesen ve ondüle yapan Ondüleci Menşure ( Şenel) çok meşhurdu. Kömürde ısıttığı makinayla ondüle yapar, hanımları güzelleştirirdi.

Niğde’de ilk kadın kuaför salonunun açılması tartışmalı bir konudur. 1946 doğumlu Yüksel Hazar ablamız, Niğde İlk kuaför salonu olan Gül Kuaför’ü 1962’de açtığını, Güneş Kuaförün ise 1964’te açıldığını öne sürmektedir. Demek ki Yüksel ablamız, Gül Kuaförü 16 yaşındayken açmış. Erdoğan Güneş, vefat edene kadar bu konuda aralarında tatlı bir çekişme ve hafiften rekabet vardı. Her ikisi de Niğdenin ilk kuaförü olma iddiasındaydı.

Şimdi size bahsedeceğim kuaför, çocukluğumun favori mekânı Güneş Kuaför’dür. Gül Kuaföre ise hiç gitmedim.

Bor Caddesinde, Cavit Balıkçı’nın dükkânına yakın olan salonun tabelasında Güneş Kuaför yazsa da kuaför kelimesi dilimize bugünkü kadar girmediğinden, kadın berberi-erkek berberi denirdi. Okula başlayana kadar annem nereye gitse beni de götürür, kat’iyyen evde bırakmazdı. Çok sosyal bir hayatımız vardı. Hayır cemiyetlerine, mevlid ve taziyelere, kabul günlerine, Yardımsevenler Derneği toplantılarına, çaylara, çorbalara gider gibi kuaföre de düzenli aralıklarla giderdim. Şimdilerde bir nebze dalağım dışarıdaysa, o günlerin kalıntısıdır.

Güneş Kuaför’ün kapısından içeri adım atınca adeta dünyam değişirdi. Yüzüme vuran ılık hava dalgasıyla harikalar ülkesine girmiş gibi olur; salonun kendine has kokusunu içime çekerdim. Kokunun terkibi; saç buharı, şampuan, sprey, talk pudrası, oje, aseton ve alın teriydi.

Yapı Kredi’nin günümüzde koçbaşına dönüşen logosu o vakitler leylekti. Salon dibindeki siyah koltuğun üstüne asılmış çerçevedeki leylekli Yapı Kredi reklâmının neden orada olduğu, bugün hâlâ cevap aradığım sorulardan biridir. Annemin işi bitene kadar oyun yerim orasıydı. Dükkân zemininin iki üç basamak yukarısında duran taht misali kara koltuk, lostra salonu koltuğu ile dişçi koltuğu karışımı bir oturma ünitesiydi. Bu koltuğun esas özelliği, kafayı arkaya yatırarak saç yıkama kolaylığı sağlaması, bir taraftan da pedikür yapılan bir istasyona dönüşmesiydi.

Dükkâna girer girmez hemen solda dizili mizampli makinalarının işlevini o vakitler bilmezdim. İçine kafasını sokanın muhtemel bir uzay yolculuğuna hazırlandığını zannederdim. İşi bitenler makinadan çıktıklarında kabarık yüksek saçlarıyla eski Yeşilçam oyuncularına benzerlerdi. Annemin işi uzayıp sıkıldığımda salonda gezinir; ibrişimle yüzdeki mikro tüylerin alınma işlemini büyük bir merakla seyreder, mızmızlandığımda ise Erdoğan abi, kalfalardan birine işaret eder, kafamı makinanın içine sokturup, sıcak hava üflettirirdi. Zaten dükkânın maskotu gibi olduğumdan ortam muhteşem bir oyun parkına dönüşürdü. Bu makinaya girdiklerinde bir süreliğine dünya ile ilişiği kesilen teyze ve ablalar, bu zaman zarfında Hayat mecmuası veya Ses dergisi okur ya da gözlerini kapatıp -meditasyon kıvamında- sükûnetle saçlarına vuran sıcak havanın keyfini çıkarırlardı.

  

Yetmişli yıllarda memleketin yegâne kadın kuaförü, güler yüzlü, yakışıklı ve çok centilmen bir beyefendi olan “Berber Erdoğan” dı.  Abileri;  Turan ve Avni ustalar da Niğde’nin en kalburüstü erkek berberleri olup ortak özellikleri çalışkan olmalarıydı. Onlar; vali, belediye reisi, kumandan, vekil, vükelânın değişmez saç tasarımcıları ve şehrin ayaklı gazeteleriydiler. “İstanbul beyefendisi” tâbiri tam da onlara yakışırdı. En az altmış sene Niğde’yi ve Niğdelileri güzelleştirip saçlara ve ruhlara ilâç oldular.  

Erdoğan Güneş’in mekânı, Niğde’nin Niğde olduğu senelerde cemiyet hayatının kalbinin attığı yerlerden biriydi. Kalburüstü beylerin takılıp, akşam eve dönmeden önce iki tek attığı, birkaç el oyun çevirdiği Tüccarlar Kulübü veya Filatelist Kulüp onlar için neyse, hanımlar için Güneş Kuaför de oydu.

Erdoğan ustanın her müşterisine kendini özel hissettirmekteki mahareti tartışılmazdı. Saçına yoğunlaştığı müşterinin adını sanını çoluğunu çocuğunu bilir, şakalar yapar, etrafına neş’e saçardı. Anadolu’da; “ eli hamur ovalar, gözü kırık kovalar” diye bir söz vardır. “Kişi önündeki işe bakmaz, etrafıyla ilgilenir, dikkatini işine veremez” anlamında kullanılır. Erdoğan ustanın iş disiplini anlayışı bu sözün tersine işlerdi. Daima müşterisine konsantre olur, iki de bir, kim geldi, kim gitti diye kapıya pencereye bakmazdı. Berberlikte ana kural; dâimi müşteri memnuniyetidir. Bir defa müşteriyi memnun et, ömür boyu gözü senden başkasını görmezdi. Rahmi Koç’un, berberi Yunanistan’a taşınınca, özel uçağıyla Atina’ya gidip tıraş olması misali, sadık müşteri, berberi nereye taşınırsa taşınsın bulup tıraşını olur. Kimileri, ancak berberleri öldüğünde başka berber bulurlar. Bu meslekte müşteri sadakati pazara değil mezara kadardır.  

Özellikle kadın kuaförlerinin en büyük toplumsal vazifesi dert dinlemek ve müşterisinin sırdaşı olmaktır. Koltuğa oturup saçlarını kuaförün hünerli ellerine teslim eden hanım ablamız, kuaförüne derdini tasasını döküp rahatlar, karnının şişini indirir. Bir de sıkıldığı saç modelini değiştirip yeni imaj yaparsa etrafına neş’e saçarak evine döner. Kuaför salonları başta olmak üzere yurt sathındaki manikür, kaş tasarım, ağda evleri ile güzellik merkezleri memleketin ruhsal terapi merkezleri, sağaltım istasyonlarıdır.   

Doktorlar ve Avukatlar gibi kuaförler de sır tutan-tutması gereken meslek gruplarındandır. Hem ayaklı gazete olacaksınız hem de ser verip sır vermeyecek, her müşteriye kendisini özel hissettirecek, dert dinleye dinleye şişmeyeceksiniz. Bunu başaran kuaförlerin salonu dolar taşar, paraya para demezler. Zamanla bu arkadaşlardan sinir sistemi güçlü ve dirayetli olanlar bilgelik hırkası giyip sabır abidesine dönüşürler.

ERKEK BERBERLERİ

Eski berberler yarı doktor sayılır, vatandaşın her derdine bir çâre bulurlardı. Diş çeker, sünnet yapar, batık tırnak çekerlerdi.  Dedemi ve babamı da zamanında tıraş etmiş olan, I. kuşak muhacirlerden Berber Ekrem, ömrünün son günlerine kadar mesleğini bırakmamış olsa da çabuk yorulmaya başlamış, eli kolu titrer olmuştu. Beni tıraş ederken hep aynı soruları sorar, aynı cevapları alırdı. Soru kalıplarını ezberlediğimden cevapları takır takır verir, ağır işittiği için de yüksek perdeden konuşurdum. Bu esnada kulağıma veya enseme makas kaçırır, hafiften canımı yakar ama tıraşı tamamlardı.

Dükkânı ve kullandığı alet edevat Nuh-nebîden kalmaydı. Saç yıkama, zaten hak getireydi. Usturası şimdikiler gibi jilet takılanlardan değil, Paleolitik dönemde Kaletepe Obsidyen atölyesinden çıkmış gibiydi. Her sakal tıraşından önce şeridimsi bir zımparayla bileylendikten sonra devreye alınırdı.  Dükkânda prize takılı herhangi bir aygıt yoktu. Ya mekanik, ya da pilli olan mekanizmalar günümüze kadar muhafaza edilmiş olsaydı, Kent Müzesi için bulunmaz teşhir malzemesi olurdu.

Getir Berber Getir De Aynayı Getir ” diye çığıran Muharrem Ertaş, bu türküyü adeta Ekrem ustaya yakmıştı. Şimdilerde berberler ayna bile getirmiyorlar artık…Ense tıraşını görmek isteyen müşterinin derhal fotoğrafını çekip whatsup’tan atıyorlar.

Erkek berberlerinin olmazsa olması kafesteki kanarya veya bülbüller idi. O vakitler, rafine zevkler henüz unutulmamış; televizyon cızırtısı ruhların derinliklerine işlememişti. Kimi 45’lik plaklar sırf kanarya veya bülbül ötüşünden ibaretti. Günümüzde kimi erkek berberlerinde bezgin sakalar yanında muhabbet kuşları da bulunmakta…

Şimdi o kuşaktan hiç kimse kalmadıysa da Niğdemizin, hâl-i hazırda mesleğini sürdüren en kıdemli berberi; 1933 doğumlu Muharrem Ulaşer ustamız, bir âbide misali, tıraşa devam ediyor. Elli altmış senedir ondan başkasına tıraş olmayan sadık müşterileri, Soğuk havalarda dükkânını açmayan ustanın yolunu gözlüyor, havaların ısınmasını dört gözle bekliyorlar. Kıymetli ustamıza sıhhat, selâmet ve afiyet diliyoruz.

Tüm berber ve kuaför emekçilerine hayırlı işler diliyor, aramızdan ayrılan efsane berberlerimizi de rahmetle anıyoruz.