30-31 Mayıs günlerinde İstanbul da Taksim Gezi Parkı’nı koruma amaçlı olarak başlayan eylemlerle ülkemiz üzerine çöken gece karanlığını deyim yerindeyse çoban ateşi gibi aydınlatarak ve fakat kıvılcımlarını ülkemizin dört bir tarafına savurup çoğaltarak isyan yangının dönüştüren eylemsellik günleri ülkemizin batısından doğusuna, güneyinden kuzeyine onlarca kentte Haziran direnişinin ateşleyicisi oldu.
Siyasal iktidarın bundan öncekilerde olduğu gibi toplum mühendisliğine soyunarak kendi ideolojisine göre tek tip insan ve toplum yaratma hevesi, ezilen, gadre uğrayan, yok ve hor görülen emekçi yığınların görkemli Haziran direnişiyle cevabını aldı. Ülkemiz egemenlerin ilk andan itibaren panzeri-TOMA’sıyla, askeri-polisiyle, hedef gözeterek atılan gaz bombası-plastik mermisiyle, kimyasal sularıyla toplumun tüm katmanlarındaki ezilenlerin patlayan öfkesini kontrol altına alma çabası ateşe benzin dökmekten başka bir anlam ifade etmedi.
20’lerin de 5 gencimizin ölümüyle, onlarcası ağır olmak üzere binlerce yaralıya, 15 direnişçinin gözünü kaybetmesine, binlercesinin gözaltına alınıp yüzden fazla direnişçinin tutuklanmasına rağmen korku duvarını aşan bir tarzda sokaktaki kalabalıkların öfkesi, kent kent, sokak sokak zulmün kale burçların onlarca gün sürekli dövdü.
“Marjinaller-teröristler” diyerek yalnızlaştırmaya, “çapulcular” diyerek hakir görmeye/göstermeye, “kemirgenler” diyerek küçük düşürmeye çalıştıkları on yılların suskun toplumunun isyanı “Çapulcular-teröristler-kemirgenler el ele” diyerek alanları kuşattı. Ceberutizmin eylemcilere karşı kullandığı tüm argümanları direnişçiler ezip geçti. Suskun toplumun dalga, dalga büyüyen bu direnişi ülkemiz egemenlerin adeta korkulu rüyası haline geldi.
Evet, korkuyorlar çünkü; cumhuriyetin kuruluşundan itibaren üzerinde yükseldiği üç temel çatışkı olan “Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-şeriatçı” söylemlerinin paçavraya döndüğünü Haziran direniş günlerinin ateşinin narında bir bütün olarak toplumun tüm ezilen katmanlarına mensup bireylerin meydanlarda omuz omuza kavgaya tutuştuğu günleri birlikte yaşadık ve suni çatışıkların değil gerçek çatışkıların kitleleri yan yana getirdiğini yaşayarak öğrendik.
Evet, Korkuyorlar çünkü; kocaya iyi eş, çocuklara iyi anne rolü biçtikleri kadına 3 çocuk doğurmasını nasihat edip, hamileyken de sokağa çıkmamasını tembihleyerek bedeni üzerinde söz hakkını gasp ediyor ve her türlü şiddeti reva görmelerine rağmen kadınların bunlara karşı durduğunu, kölelik zincirini kırarak kavgaya en önde katıldıklarını barikatın en önünde çarpıştıklarını görüyorlar.
Evet, korkuyorlar çünkü; düne kadar meşru demokratik talepleri için sokağa çıkan, devlet güçleriyle karşı karşıya gelip özgürlükleri için kavgaya tutuşanları “terörist” olarak gören milyonların bu kez aynı saflarda omuz omuza dövüşerek “teröristleştiklerini” görüyorlar.
Evet, korkuyorlar çünkü; düne kadar şiddet kullanma hakkının devletin tekelinde olduğunu düşünen emekçi Türk halkı, bu sınırı aşıp meşru şiddet araçlarına başvurmaları ya “bölücü” ya “yıkıcı” olarak görüyordu. Bu kez kendisi demokratik hakları için bile sokağa çıktığında sistemin zor aygıtına karşı dişe diş kavgaya tutuşmanın kaçınılmaz olduğunu deneyimlerinden öğreniyor olduğunu görüyorlar.
Evet korkuyorlar çünkü; düne kadar emekçi Kürt halkına karşı estirdikleri “orantısız güç kullanma” yöntemlerini maskelemekte kullandıkları genel akım medyanın ezilen milyonların gözünde inandırıcı değeri kalmadığı görülüyor.
Evet korkuyorlar çünkü; 15 Haziran’da “polis müdahalesiyle” boşalttıkları Gezi Parkı’ndan sonra rahat bir nefes alacaklarını sanırken, karşılarında kontrolden çıkmış çok sayıda park buldular. Kavganın başkenti İstanbul’da 30 parkta başlayan ve hızla Fırat’ın batısındaki kentlere yayılan park forumlarıyla, hareketin yeni bir düzeyde örgütlendiğini görüyorlar.
Evet korkuyorlar, çünkü; Haziran direnişiyle ortaya çıkan toplumsal dinamiğin eylem ve öfkesini eskisi gibi yönetemeyeceklerini ve kitlenin eskisi gibi yönetilmek istemediğini görüyorlar.
Tüm bu korkularından kaynaklı olarak ve korkunun ecellerine faydasının olmayacağını da çok iyi bildiklerinden arsızca saldırganlaşıyorlar. Saldırganlıklarını boşa, korkularını da daim kılmak için Taksim Gezi Parkıyla başlayan onur ve özgürlük direnişini yükseltip çoğaltmak gerekmektedir. “Yılgınlık Yok Direniş Var.” Sloganıyla yaz rehavetine kapılmadan şehir ve semt meclislerini/formlarını örgütlemeli, oralarda alınacak kararların ise toplumun tüm kesimlerine duyurularak alınan kararların arkasında durmaları sağlanmalıdır.