Kur’an yine göklere çekildi
Yıllar sonra aklım başıma geldiğinde ve surenin anlamını ilk kez okuduğumda küçük bir şok geçirdim. Şöyle başlıyordu dua: “Ebû Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu.” İyi de Ebu Leheb’in ellerinin kurumasının bana ve geçmişlerime ne faydası olabilirdi ki! Zaten, Kur’an’ın bizzat kendisinden “Bu kitabın ölülere değil, dirilere indiğini”, mezarlık kitabı olmadığını da öğrendikten sonra... Neyse ki Tebbet Suresi’nin, olaylardan/kıssalardan ders almam gereken surelerden biri olduğunu öğrendikten sonra düşüncelerim tamamen değişti de, Kur’an ayetlerini anlamını bilmeden, papağan gibi tekrarlamaktan kurtuldum.
Şimdi bir düşünelim; Türkiye'de kaç Müslüman benim geçmişte düştüğüm hataya düşerek anlamını bilmediği duaları kendisi ya da geçmişleri için okuyor? Binlerce hatta milyonlarca diyebilir miyiz? Peki, bu şekilde okunan Kur’an’ın Müslüman dünyaya ve de insanlığa bir faydası dokunur mu? İçinizden bazılarının “Güzel diyorsun da Araplar, okuduklarını anlıyor ama onların da durumu ortada” dediğini duyar gibiyim. Evet, Arapların durumu daha da feci… Onlar kendi dillerinden okumalarına rağmen Kur’an’ın ne demek istediğini anlamıyorlar çünkü anlamak istemiyorlar. Anlasalardı, dünyanın jandarması ABD değil, petrol zengini Araplar olurdu. Ay’a ilk uzay aracını da Araplar gönderirdi…
Müslüman Türk dünyasına gelecek olursak; Osmanlı’ya hiç girmeyeceğim, Cumhuriyet döneminden başlayacağım. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kur’an’ı Türkçe’ye tercüme ettirerek büyük bir devrim gerçekleştirmiştir. Ancak “şer odakları” hemen harekete geçerek, Türk halkının kendi kitabını kendi dilinden öğrenmesinin yollarını birer birer kapatmışlardır. Bunun için de bazı siyasileri kullanmışlardır. Onlarda koltuk uğruna ve oy devşirmek adına yapılanlara göz yummuşlardır. Kur’an’ın Türkçe okunmasının önüne geçebilmek için günümüzde de gayretler devam etmektedir.
Kur’an’ı anlamak için kendi dilimizden okumamız gerek dedik ama gelin görün ki çevirilerin hiçbirisi birbirini tutmuyor. Birinin “ak” dediğine bir diğeri “kara”, diğeri “gri” diyor. Onlarca tercüme-meal okusak da bazı ayetlerdeki soru işaretleri giderilemiyor. Özellikle de kadınlar, miras ve şahitlik konusunda din âlimlerinde birliktelik oluşmuyor. Mesela, kadınların başörtüleri, hırsızın elinin kesilmesi gibi konularda tam bir uzlaşı bulunmuyor. Bunun gibi çok sayıda üzerinde uzlaşılamamış ayet var. Oysaki Yüce Allah, kitabında “Doğru bilgiye ulaşılsın diye Kur’an’ı kolaylaştırdık. O bilgiye ulaşan var mı?”diyor. Başka ayetlerde de Kur’an kendisini “Apaçık bir kitap” olarak tarif ediyor. Kur’an apaçık ve kolaylaştırılmış bir kitap ise ki Rabbimiz öyle söylüyor, İslam âlimleri olduğunu iddia edenler neden o’nu anlaşılmaz kılmaya çalışıyorlar? 30-40 yıl Kur’an ile iç içe yaşamış, bu uğurda saçlarını ağartmış günümüz âlimlerinin büyük çoğunluğu dahi kendi düşüncelerinin doğru olduğunu iddia ediyor. Kimisi de “Doğrusunu Allah bilir” diyerek topu Allah’a atıyor. İhtilaflı konularda bir araya gelip fikir birliğine varabilmek için şöyle uluslararası bir komisyon kurulsa ve ülkelerin din âlimleri bir araya gelip çalışsa; ama ne gezer. Ortalıkta “Benceci” İslam âlimlerinden geçilmiyor.
Bizim halkımızda bir alışkanlık vardır bilirsiniz; sıkıştığı yerde “bir hocaya danışalım, o bilir” der. En yakın cami hocasına gider ya da ekranlarda kütük ağlatan, anlattıkları hikâyelerle milyon dolarları cebine atan, sakallı, cübbeli asr’-ı saadet taklitçilerine sorar ve cevabını alır. Alır almasına da “bu hoca doğru mu söyledi?” diye hiç düşünmez. Konuyu Kur’an’a arz etmek zaten huyu değildir. Aklını kullanmaya ise hiç gerek duymaz, zira başkaları nasılsa o’nun yerine düşünmektedir.
Kur’an, “ Allah, aklını işletmeyenlerin üzerine pislik yağdırır” demektedir. Ama kaçımız bu uyarıdan haberdarız? Öyle ya hoca bu, yanlış cevap verir mi?
Bir tarafta Kur’an’ı doğru anlamak üzerine verilen çabalar, diğer tarafta da yığınlara “siz bu Kur’an’ı anlamazsınız. O’nu ancak, hocalar, şeyhler, şıhlar, dervişler v.s. anlar” ya da “Kur’an Türkçe okunursa Kur’an olmaz, Arapça bilmeseniz de en azından Kur’an okumayı öğrenip hatim indirin, sevap kazanın; namazı da Kur’an ayetlerini ezberleyip öyle kılın” dayatmaları…
Derinlik yok, yüzeysellik var… Bu daha da vahim bir durum... Çünkü Kur’an cahilini, “cennetin anahtarını” vermekle, filanca partiye oy verirse, “Allah’ın onu mahşerde hesaba çekmeyeceği” vaadinde bulunarak kandırmak ve istenen yöne çekmek/ yönetmek kolaydır. Bugün hem Türkiye’de hem de diğer coğrafyalardaki İslam ülkelerinde uygulama tam da böyledir. Aksi olsaydı İslam âlemi bugün dünyadaki sefalet ve cehalet haritasının tam ortasında yer alır mıydı?
Yeni bir “Kur’an’a dönüş hareketi” gerekiyor… Başka yol yok! Ramazan ayı bunun için bulunmaz bir fırsattır diye düşünsek de bu Ramazan’da da Kur’an ne yazık ki yine göklere çekildi. İnmedi bize…
Gelin ekranlarda hikâye olarak anlatılan ya da yüzlerce yıl önce yazılmış hurafe kitaplarındaki sahte İslam’ı değil Kur’an’daki İslam’ı öğrenmek için çaba sarf edelim. Kadir Gecesi bu başlangıç için en uygun gecedir. İşe güvenilir bir Kur’an tercümesini elimize alarak ve her kelimesi üzerinde düşünerek okumaya başlayalım.
Bu vesileyle Kur’an ile dolu bir Kadir gecesi ve günler diliyorum. Ülkemizin ve İslam âleminin Kadir gecesi bir kurtuluş ve müjde gecesi olsun.
Tülay Hergünlü
İstanbul, 31 Mayıs 2019