Bu 10 yılda ekonomik yardımlar ile desteklenen gerilim ve kutuplaştırma siyasetinin bir parçası olan otoriter ve müdahaleci politikalar Gezi olayları sırasında bir toplumsal patlama ile tepki görmüştür.Başbakan Erdoğan, Gezi olaylarına kendisinin daha önce başarıya götüren germe ve toplumsal kutuplaştırma ile karşılık vermiştir. Türkiye artık parti siyasetinde günlük kazanımlar için gerçekleştirilen kutuplaştırma siyasetini taşımakta zorlanmaktadır. Bu siyaset, Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü için tehdit oluşturmaya başlamıştır. Milli birlik inancımız üzerinde oluşan fay hatlarını şu şekilde özetleyebiliriz.
Son 10 yıldır Türk Milleti birliğini temsil eden Başbakan Erdoğan’ın ağzından sürekli kendisini“Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak” diye parçalara ayrılmış olmasının, Reyhanlı’da “Sunni şehitlerden” bahsedilmesinin bir sonucu olarak bilinç altında “milli birlik yıpranmışlığına”uğramış bir halktır. Yine Başbakan Erdoğan’ın ve yakın kadrosunun söylemleri PKK’nın gerçekleştirmiş olduğu terör eylemlerinin “terörle mücadele edilerek aşılamayacağı” inancını bir kısım vatandaşımızda uyandırmıştır. Ancak başta bu vatandaşlarımız olmak üzere önemli bir kısım insanımız PKK’nın şartlarını kabul ederek PKK’ya müzakereler ile teslim olmaktan ise “verelim gitsin-inceldiği yerden kopsun” çizgisine gelmişlerdir. Öte yandan müzakereler PKK zemininde Türkiye’nin yenildiği, daha fazla taviz koparılabileceği inancını ortaya çıkarırken, kendilerini devlete bağlı hisseden Kürt kökenli yurttaşlarımız da “madem devlet PKK ile anlaşıyor, biz neden anlaşmayalım” düşüncesine kaymaya başlamışlardır.
Dış politikada izlenen Sünnici çizginin, Reyhanlı’da “Sünni şehitler” ifadesinin sonucu, Hatay’daki Alevi-Nusayri çizgisi ile inanç zemininde hiçbir alakası olmayan Anadolu Aleviliğinin politik zeminde artık kendisini Alevi-Nusayri çizgisine daha yakın hissetmesi olmuştur. Gezi Parkı olaylarında Erdoğan’ın göstermiş olduğu sert, dışlayıcı, şeytanlaştırıcı ve kutuplaştırıcı tavır ve polis şiddeti milyonlarca insanı daha da yabancılaştırmıştır. Bugün bu kitleler sussa da yarın bu kadar yabancılaşmış kitleler ülkeyi yönetilmez hale rahatlıkla getirebilirler. Ankara’da Kızılay meydanında İstanbul’da Taksim’de her iki kişiden birisinin polis olması, köşe başlarındaki TOMA’lar ülkenin yönetilebilir olması sonucunu getirmeyecektir.
Türkiye’nin geldiği nokta bu kadar parçalanmış bir toplumun daha fazla kutuplaştırma siyasetine sosyal bünyesinin dayanmasının zor olduğudur. Diğer bir ifade ile, kutuplaştırma öyle düşmanlıklar doğurmaktadır ki, diğer kutuptakiler dışarıdan gelecek bir düşmana karşı hükümetin yanında yer almayabilecek noktaya gelmişlerdir. Türkiye’nin herhangi bir alanda zafer kazanması örneğin 2020 Olimpiyatlarının Türkiye’de yapılması gibi, eğer Erdoğan’a başarı getirecek ise Türkiye’nin yenilmesini tercih eden çok önemli bir kitle ortaya çıkmıştır. Çünkü bu kitle kendisinin Türkiye’nin sınırına kadar itildiğini-diğer kutup haline getirildiğini hissetmektedir. Böyle bir ülke milli güvenliğini sağlayamaz. Böyle düşünen insanlara da “Vay vatan hainleri” diyerek, konuyu halledemezsiniz.
Yapılması gereken, kutuplaştırma siyasetinin terk edilmesidir.
Demokrasiler çoğunlukların yönettiği rejimler değildir. Demokrasiler azınlıkların çoğunluğun yönetmesinin meşru olduğunu kabul ettikleri rejimlerdir. Eğer azınlıklar, sandıktan bir çoğunluk veya en büyük azınlık çıksa da, onun meşruluğunu kabul etmezler ise %50’yi arkasına alan bir iktidar diğer direnen bir % 50’yi yönetemez. Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin milli güvenliği, milli birliği ve bütünlüğü için artık kutuplaştırma siyasetini terk etmelidir. Kutuplaşmış bir Türkiye’de % 50’ye dayanmaktansa, kutuplaşmamış bir Türkiye’de % 35’e dayanmak daha önemli bir güce dayanmak anlamına gelir.