Mayakovski Eserleriyle hala yaşamakta

Abone Ol
       Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sanatçısı Mayakovski, 14 Nisan 1930’da, ardında bir dizi tartışma ve birçok tartışmasız eser bırakarak hayata veda etti. Gürcistan kökenli olan Mayakovski ilk gençlik yıllarında tanıştığı sosyalist düşüncenin yılmaz bir savunucusu olarak yaşamış, son nefesini verene dek Sovyet ülkesinin bir neferi olarak dünya edebiyatına sosyalist bakış acısıyla kalıcı eserler vermeye devam etmiştir.
       Tam adıyla Vladimir Vladimiroviç Mayakovski, 1893’ün Temmuz ayında Gürcistan’ın Kutais kentinde doğar. Kutais Lisesi’ne gittiği dönemde 1905 devriminin ve kız kardeşinin etkisiyle devrimci düşüncelere ilgi duymaya başlar. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) önemli merkezlerinden olan Kutais’de parti yeraltı örgütleriyle ilişki kurar. O dönem özellikle Marks’a duyduğu hayranlığı “Marx’ın önsözü kadar vurulduğum bir sanat yapıtı yok” sözleriyle ifade edecektir.
       Babasının ölümünün ardından Moskova’ya yerleşen Mayakovski, hayatının geri kalanını büyük ölçüde bu kentte geçirdi. Eserlerinde de özel bir önem atfettiği Moskova’ya olan bağlılığını “Paris'te ölebilirdim Moskova diye bir kent olmasa” dizeleriyle de ifade etmiştir.
      Moskova’da RSDİP’in Bolşevik kanatıyla ilişki kurar ve devrimci faaliyetlere ağırlık verir. “Ateşli bir militan” olarak tanınmaya başlayan Mayakovski, 15 yaşındayken evi basılarak tutuklanır ve bir yılını tek başına hücrede geçirir. Hücre dönemi şair kimliğinin gelişmesi açısından da önemli bir süreç olur. Zindan koşulları şairleşmesini hızlandırmıştır da diye biliriz.
      Tahliyesinin ardından Moskova Resim ve Heykel Okulu’nda eğitim almaya başlayan Mayakovski, kendi tarzını oluşturacak ve 1911’e gelindiğinde fütürist (gelecekçilik) harekete katılacaktır. Fütürizmi ufuktaki devrimin sanat anlayışı olarak gören şair, Ekim Devrimi’nin ardından gerek propaganda alanında gerekse farklı yönleriyle sanatını devrim için seferber eder.
       Özellikle iç savaş yıllarında Kızıl Ordu’ya ait birçok propaganda şiarı ve illüstrasyonu (duvar resimlemeleri) Mayakovski’nin imzasını taşır. Fütürizm anlayışı devrimin “resmi sanat” anlayışı olarak kabul görmese de devrimin verimli zemini Mayakovski’ye de sanatını geliştirebileceği imkânlar yaratır.
      Ancak ilerleyen yıllarda gerek duygusal sorunların etkisi, gerekse Sovyet iktidarı ile sanat konusunda yaşadığı görüş ayrılıkları nedeniyle kendi iç dünyasına gömülür ve 14 Nisan 1930’da kendi iradesiyle hayatına son verir. Başta da belirtiğim gibi ölümüyle ilgili ardında bir dizi tartışma bıraksa da eserleriyle ölümünün üzerinden 83 yıl geçmesine rağmen aramızda yaşamaya devam ettiği gerçekliği tartışmasız kabul görmekte.
      Usta şairin gerek sanatsal eğilimleri, gerekse yaşamı ve kimliği üzerine birçok tartışma yürütmek mümkündür. Ancak açık bir şey varsa o da Mayakovski’nin son nefesinde dahi sosyalist değerlere ve SSCB’ye bağlılığıdır. Hayatına son vermeden önce yazdığı son mektupta “Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve Veronika Vitoldovna Polonskaya’dan ibaret” diye tanımladığı ailesini “Hükümet Yoldaş’a” emanet edecek kadar Sovyetlere güvenerek hayata göz yummuştur.
     Dünya emekçi sınıflarının büyük şairini 83. Ölüm yıl dönümünde bir kez daha saygıyla anıyor, sanatçımızın eserleriyle hala aramızda yaşamakta olduğunu, gelecek kuşaklarda da yaşayacağını belirtmek istiyorum.
      Atol Behramoğlu’nun titiz çalışmasıyla dilimize çevrilmiş bir şiirini paylaşarak yazımı bitireyim.
                                                                                                            Göksel Rıza ÖZKAN
                                                                                                                Eğitim Emekçisi
ŞAİR İŞÇİDİR
 Bağırırlar şaire:
"Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki..."
Doğrusu
bizler için de 
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
İşim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat 
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle...
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzı kalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!