Nesilden nesile aktarılan Türk Milliyetçiliği fikrinin teşkilat süreci

Abone Ol
Nesilden nesile aktarılan Türk Milliyetçiliği fikrinin teşkilat süreci ve Ülkü Ocakları

 

Giriş:

Dünyanın her yerinde milletlerin ideolojik hareketlerini, geçmişten geleceğe taşıyarak sağlam köprüler kuran sivil inisiyatifleri vardır. Bu sivil yapılar, fikri bir zeminde üretilen teorik yaklaşımları cemiyet hayatına aktararak devamlılığı sağlarlar.

Türk milletinin tarihten alıp günümüze kadar sürdürdüğü en kuvvetli fikir hareket de devlet-millet kavramları üzerinden kurduğu, milliyetçi şuura sahip ana omurgadır. Bu temel fikri omurga, bünyenin sağlam kalmasına ve dinamik bir şekilde gelişim göstermesine vesile olmuştur. İşte bu dinamizmin devamı da geçmişten geleceğe doğru bir köprü oluşturan milliyetçi kuruluşlarla kuvvetlendirilmiş, desteklenmiş, toplumla buluşturulmuş ve bu milliyetçi örgütlenmeler cemiyet hayatında kabul gören yapılara dönüşmüştür.

Türk tarihinin her döneminde kimi zaman şartlardan ötürü oluşan kimi zaman örgütlü bir adımla hayat bulan milliyetçi akımlar ve kurumlar aynı zamanda törenin, geleneğin, milli şuurun sürekliliğine de büyük katkı sunmuştur. Yakın dönemdeki cumhuriyet tarihimizin yarım asırlık bir sürecinde de bu vazifeyi Ülkü Ocakları üstlenmiştir. Ülkü Ocaklarının teşkilatçılık anlayışı ve fikri mücadelesi, Türklüğün geleceğe ait tasavvurları adına bu teşkilata büyük bir mesuliyet yüklemiştir.

Kavramlar: Teşkilatçılık, Türk devlet felsefesi, Milliyetçilik, Ülkücülük, Ülkü Ocakları

TÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI VE TEŞKİLATÇILIK

Türk Dil Kurumunun “örgüt” olarak tanımladığı teşkilat, Türk Devlet anlayışının da temelini oluşturan bir kavram olarak karşımıza çıkar. Bir örgütün var olması beraberinde insan unsurunun oluşturduğu, yönettiği yapıları da gerekli kılmaktadır. Nitekim Mehmet Niyazi, Türk Devlet Felsefesi adlı kitabının hemen girişinde “ Türk milleti kadar kaderini devletiyle bir görmüş başka millet yoktur.”[1] tespiti insan unsurunun devlet örgütlenmesindeki önemini belirten bir ifadedir.

Türk devlet felsefesi, toplumun temel ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde teşkilatlanmıştır. Hayatın, yazlık ve kışlık yerleşkelerde sürdürüldüğü dönemlerde hayvancılığın gerekleri, baskınlara anında karşılık verebilme gibi yaşamsal sebepler bireyleri devlete sıkı sıkıya bağlı kılmıştır. Devlet anlayışı da bu şartlara cevap verebilecek şekilde katı bir disiplin içinde devamlılığını sağlamıştır.

Yerleşik devlet düzeninin hâkim olduğu tarihi dönemlerde de aynı disiplin dini değerlerle bütünleştirilerek devam etmiştir. Törelerle beslenip dini anlayışlarla birleşen Devlet felsefesi “Tanrı adına yeryüzüne adalet sağlamak” şeklinde tezahür edince, cemiyet hayatında da devlet ilkeleriyle örtüşen teşkilatlanmalara imkân vermiştir.

                Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın “Türk’ün gitmediği, gidip de devlet kurmadığı mekân var mıdır?” [2]sözü de yine Türklerin teşkilatçılık anlayışını ortaya koyan gayet güzel bir örnektir. Nitekim bu anlayış, Türkistan coğrafyasında, Anadolu coğrafyasında ve Avrupa coğrafyasında kurulan devletlerle kendini ortaya koymuştur.

YAKIN TARİHİMİZDEKİ MİLLİYETÇİ FİKRİ MÜCADELE VE TEŞKİLATLANMALAR

                Yusuf Akçura’nın Kazan’dayken yazdığı ve 1904 yılında Kahire’de çıkan Türk gazetesinde yayımladığı otuz iki sayfalık Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesi yakın tarihimizdeki  Türk milliyetçiliği/Türkçülük fikri açısından tarihi bir dönemeçtir. Akçura, Devletin içinde bulunduğu buhrandan çıkışı için ortaya atılan üç fikri teamülü şöyle izah eder. “Birincisi Osmanlı Hükümetine tabii muhtelif milletleri temsil etmek ve birleştirmekle bir “Osmanlı Milleti” vücuda getirmek; ikincisi Hilafet hakkının Osmanlı devleti hükümdarında olmasından istifade ederek bütün İslamları bu hükümet idaresinde siyaseten birleştirmek, üçüncüsü ırk üzerinden müstenit bir “Türk siyasi milliyeti” oluşturmak.”[3] Osmanlı milleti ve İslam ümmeti fikri uzun süre Osmanlı Devletinin temel anlayışı ve teşkilatçılığı ile örtüşse de 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başları itibariyle geçerliliğini yitirmişti. İşte burada “Türk siyasi milliyeti”[4] düşüncesi yeni bir teşkilatlanma hamlesini doğurmuştur.

Türk milliyetçilerinin teşkilatlanmasına fikri manada en büyük katkıyı sunan isim Ziya Gökalp olmuştur. Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esaslarıyla sistemleştirdiği Türk milliyetçiliği fikri, kendisinden sonraki milliyetçi fikir insanlarına da rehberlik eden bir temel esere dönüşmüştür.

                Nitekim 25 Aralık 1908’de kurulan Türk Derneği somut ilk adımlar olarak karşımıza çıkar. 1911 yılında çıkan Türk Yurdu dergisi ve 25 Mart 1912’de kurulan Türk Ocağı aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelini atan “Türkçülük” şuurunu, siyasal zemine hâkim kılmıştır. Ancak, özellikle1940’lı yıllarda başlayan kurucu felsefeye yabancılaşma tutumu 1944’te “Türk milliyetçiliğine karşı bir zulüm seferberliğine” dönüşmüştür. İşte o dönemde 1944 yılında emekli olan Mareşal Fevzi Çakmak, 1948 yılında Osman Bölükbaşı’nın da içinde yer aldığı bir grup ile Millet Partisini kurmuş ve milliyetçi muhafazakâr kavramları, Türk siyasetine taşımıştır. Osman Bölükbaşı liderliğinde 1954 yılında kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi, 1958’de Türkiye Köylü Partisi ile birleşerek önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi daha sonrada 1969 yılında da Milliyetçi Hareket Partisi adını almıştır.[5]

ÜLKÜ OCAKLARININ TEMELİNİ ATAN GİRİŞİMLER

                Alparslan Türkeş’in, “Başta kapitalizm, liberalizm ve komünizm olmak üzere yabancı doktrinler ve yönetim sistemlerine karşı bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, millî bir görüş etrafında birleşmek…”[6] amacıyla başlattığı fikri zemindeki mücadele bir takım teşkilatlanmaları da beraberinde getirmiştir.

Yeni Delhi sürgününden döndükten sonra 1963 yılında tam hedefe ulaşılamasa da sivil inisiyatif adına önemli bir adım olan Huzur ve Yükseliş Derneği ile cemiyete ulaşılmaya çalışılmıştır. 1963 yılında kurulan Türkçüler Derneği’nin devamı niteliğindeki Türk Milliyetçiler Birliği Derneği ile Türk milletinin meselelerine çözüm üretmeyi temel ilke olarak belirleyen teşkilatlanma hamleleri; aynı zamanda yabancı doktrinlerin, Türk gençliğini ve Türk milletini başka milletlerin kontrolüne sokacağı endişesi sebebiyle yeni bir nesil yetiştirme gayesini ön plana çıkmıştır. İşte bu düşünce gençliğe ulaşacak bir teşkilat yapılanmasını gerekli kılmıştır.[7]

Özellikle üniversitelerdeki Marksist yapılanmanın tehlikesine dikkat çekmek, aynı zamanda milli şuur sahibi bir gençlik oluşturmak için atılan adımlar Ülkü Ocaklarının da temelini teşkil etmiştir. Bunun için Atsız’ın meşhur “Dünya bir çarpışma alanıdır”[8], diye başlayan TÜRK ÜLKÜSÜ adlı yazısında vurguladığı “ÜLKÜ” kelimesi ile Türk Ocağının “OCAK” kelimesi birleştirilerek 18 Mart 1966 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde, peşi sıra da Ziraat Fakültesi ve Dil tarih Coğrafya Fakültesinde ÜLKÜ OCAĞI adıyla bir fikir kulübü kurulmuştur.[9] Bu tarihi an, tarihin akışına düşülmüş bir şerh olarak Türk’ün tarihi misyonunu yeniden Türk gençliği ile buluşturan bir mücadele zeminini teşkil etmiştir.

Elbette burada Dündar Taşer’i anmadan geçmek mümkün değildir. Ülkü Ocağı isminin ve teşkilatlanmasının mimarı Dündar Taşer olmuştur. Ve hızla teşkilatlanan Türk milliyetçisi gençler, fikri yapılanmasını Ülkü Ocakları çatısı altında şekillendirmeye başlamıştır. Zaman zaman değişik isimler alsa da Ülkü Ocakları;

 Türk’ün tarihinden getirdiği Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresini diriltmek,

Türk milletinin iktisadi, siyasi ve sosyal meselelerine çözüm üretmek,

Yok edilmek istenen bir nesli yeniden asli cevheri ile tanıştırmak ve barıştırmak,

Türk gençliğini dini değerleri ile donatıp sarsılmaz bir iman sahibi kılarak milletinin hizmetine sunmak,

Geçmişi ile bağları koparılan milletimizi tarihi ile barıştırıp geleceğin milliyetçi büyük Türkiye’sini kuracak nesiller yetiştirmek gayesini gütmüştür.

Üniversitelerdeki Marksist-Leninist yapılanma, Anadolu’dan büyük şehirlere kopup gelen ortalama Anadolu insanının temel değerleri ile büyümüş gençlerini “ya bizden olursunuz ya da evinize dönersiniz” baskısına maruz bırakırken; o gençlerin “kendileri gibi düşünen, kendileri gibi yaşayan” insanlara kucak açan mekân, Ülkü Ocakları olmuştur. 1968 yılından sonra hızla teşkilatlanan Ülkü Ocakları, gençliğin milli bir şuurla yetişmesindeki en kuvvetli yapıyı teşkil etmiştir. Bu durum, üniversitelerdeki Marksist yapılanmanın taarruzuna sebep olmuş ve Ülkücü gençler bir yandan ilmi-ahlaki çalışmalar yaparken öte yandan da kendini sıcak bir çatışma ortamının içinde bulmuştur. Ve maalesef acıların, gözyaşlarının, kanın hükümran sürdüğü sıkıntılı yıllar yaşanmıştır. Ancak Ülkü Ocakları bütün olumsuzluklar içinde dahi eğitim faaliyetlerini askıya almayarak bir neslin Türk töresi ve İslam ahlaki çizgisinde yetişmesini sağlamıştır.

1980 darbesinin ardından da gençliğin yeniden toparlanma hamlesi 1983’te yayına başlayan ve Ülkü Ocakları çizgisinde kurulan Bizim Ocak Dergisi ile yeniden başlatılmıştır. O şartlarda ilk sözler, sunuş yazısında şöyle yer bulmuştur:

                “Bizler Türk milliyetçiliği fikrine inanmış, gönül vermiş insanlarız. Bundan dolayı da aynı birtakım özelliklerimiz söz konusu. Sevgimiz, nefretimiz, düşünümüz, davranışımız, hepsinden ötesi bakış açımız bir başkadır. Başka olduğu için aynı düşüncenin sahipleri bizi rahatlıkla anlayacak, tavrımızın sebeplerini hemen bulacaktır. Varlık sebeplerimizi biliyoruz, öyleyse bildiklerimizi yasamak, yaşatmak, sahip çıkmak durumundayız. Korkaklığın, sünepeliğin bir mana ifade etmediğinin farkındayız. Ellerimizi sevgi ve birlik anlayışı ile uzatırken, zeytin dalı ile bir alakamız olmadığı bilinmelidir.”[10]

                1993 yılında yeniden Ülkü Ocakları adını alan teşkilatlar, siyasi ve sosyal bütün olumsuzluklara rağmen çok büyük hizmetler vermiş ve Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı adını alarak, Türk gençliğinin ilim ve ahlak çizgisinde yetiştirilmesi şeklinde ifade edebileceğimiz asli vazifesini ifa etmiştir.

ÜLKÜCÜ TEŞKİLATLARIN FİKRİ YAKLAŞIMLARI

                Alparslan Türkeş, ülkücü teşkilatlanmanın fikri temeli olarak nitelenen, Türk milliyetçiliğinin özel hali diyebileceğimiz ülkücülüğü şöyle tanımlar. “Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz, Türk milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır.”[11]

                Türk milletinin mutlu, müreffeh hale gelmesi için ise merkezine insanı alan şahsiyeti gelişmiş bir nesil inşa eden ve bunu yaparken de fikri mücadele zeminini şekillendirmeyi gaye edinen bir toplum oluşturmanın gerektiğini gören Alparslan Türkeş, Türk ülkücülerine/Türk milliyetçilerine üçüncü yolu açmış ve onlara büyük ülküler yüklemiştir. Bu ülküleri anlatırken “Türk Ülkücüleri olarak sizler, senelerden beri doğru, haklı ve gerçek olan fikirlerin sahipleri ve savunucuları olarak; ülkemizdeki fikir mücadelesinin de galipleriyiz, galip olan tarafı teşkil ediyoruz. Hepiniz Türk Milliyetçisi gençler olarak, Ülkücüler olarak, fikir hayatımızın fikir galipleri olarak başlarınızı dik tutunuz, başlarınız dik geziniz. En büyük ve değerli yatırım insana yapılandır. İmanlı, ahlaklı, ülkü sahibi bir gençlik, o milletin geleceğinin teminat altına alınması demektir.”[12] İfadelerine yer vermiştir.

Günümüzde Türk milliyetçiliği hareketi geleneğinden tekâmüle tabi tutarak getirdiği teşkilat ve fikir seyrini, bireyin/cemiyetin şekillenmesine katkı sunarak devam ettirmektedir. Bu devamlılık için de;
  1. Türk milliyetçiliği fikrinin, özde Türk kültürüne, tarihî ve manevi değerlerine genelde ise kendi coğrafyasından Türk yurtlarına ve dünyaya yön verecek ilmi esaslara göre hareket etmesi,
  2. Türk devletini kuran iradenin Türk milliyetçiliği fikir sistemi olduğu gerçeğinden hareketle, geçmişten günümüze ve günümüzden de geleceğe uzanacak bir tarihi ufkun esaslarını ortaya koyması.
  3. Tarihin derinliklerinden kopmadan, Türkiye Cumhuriyetini etkileyen kurucu akla ait felsefi dinamiklerin, çağın gereklerini de doğru okuyarak devlet ve millet aklı olması için çalışmalar yapılması,
  4. Demokrasinin Türk milliyetçiliği ile bütüncül bir kavram olduğu gerçeğinden hareketle şahsiyetçi fertlerin, toplumcu bir cemiyeti inşa etmesini temin edecek bir sistematiğin kurulması,
  5. Adalet, liyakat ve istişarenin kurumlar ve bireyler için vazgeçilmez bir öncelik olarak belirlenmesi,
  6. Toplumsal huzurun bağımsızlıkla mümkün olacağı esasından hareketle her türlü bağımlılığın milliyetçi anlayışla ötüşmediği gerçeği, fertten cemiyete, cemiyetten devlete bir yöntem olarak görülmesi ilkeleri ülkücü/milliyetçi fikrin yaklaşımlarıyla örtüşmektedir.
SONUÇ YERİNE

                Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun Milliyetçilik, Ülkücülük, Aydınlar kitabındaki 1970li yıllara ait şu tespiti ÜLKÜ OCAKLARININ Türk gençliğine, Türk Milletine ve Türk Dünyasına gösterdiği şuuru gayet net izah etmektedir.

Cemiyetimizin bugünkü durumuna bakarsak, bir dağ silsilesini andıran tarihimizin çöküntü kısmanda bulunduğumuzu fark ederiz. Bu, tabii, çok üzücü bir haldir. Türk tarihini iyi bilmeyenleri ve milletimizi tanımayanları ümitsizlikle kahredebilir. Fakat tarihimizin akışını bilenler için, bu çöküntü yeni bir yükselişin, yeni bir zirvenin müjdecisidir. Nasıl “kul sıkılmayınca Hızır yetişmez” ise, Türk Milleti de büyük bir sıkıntıya düşmeyince, ülkücüler görülmemektedir. Bunun yakın tarihimizdeki örneği Kurtuluş Savaşı, uzakta örneği de Göktürk Devleti’nin kuruluş ve yükseliş hadisesidir. Son örneği ise, birçok resmi sorumlu ve vazifeli Türk Devleti’nin yıkılışına seyirci kalırken, binlerce ülkücü gencin milli bir içgüdü ile büyük tehlikeyi sezip, hain düşmanların karşısına dikilmesidir. Bu kükreyiş bize gösteriyor ki, Türk Milleti binlerce ülkücünün omuzları üstünde yeni zirvelere doğru yükselmektedir.”[13]

                İşte o yeni zirve şu olsa gerek:

                Türk milliyetçilerinin Kızılelma’sı, Türk milliyetçiliği fikrinin; köklerinden kopmadan, çağı doğru okuyacak ve çağlar ötesine ışık tutacak şekilde donanımını sağlamak.

Nihayet, güçlü ve müreffeh bir Türkiye ve Türk birliği için çalışmak.

 

 
 
[1] Mehmet NİYAZİ, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken, 13. Baskı, İstanbul,2018, s.11
[2] Kayseri Türk Ocağı Dergisi, Temmuz 2008, Türk Devlet Felsefesi, A. Yuvalı, s.7
[3] Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ötüken, Şubat 2015, İstanbul, s. 75
[4] Bkz. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset makalesi her üç görüşü de detaylı olarak açıkladıktan sonra Osmanlı milleti ve İslam Ümmeti fikrinin neden uygulanamaz olduğunu izah edip Türkçülük üzerindeki mülahazaları ve gerekçelerini detaylandırmaktadır.
[5] Bkz. Sinan Ateş, Türk Milliyetçiliğinin Siyasallaşması adlı çalışma mevzu edilen 1965-1969 yılları arasındaki siyasallaşma sürecini ve fikri mücadeleleri ortaya koymaktadır. Özellikle 27Mayıs ile ilgili yanlış aktarılan hususlara ait değerlendirmeler ve sonrasında Alparslan Türkeş’in verdiği siyasi mücadeleler sıralı bir şekilde aktarılmıştır.
[6] Alparslan Türkeş, Millî Doktrin Dokuz Işık, Genişletilmiş Birinci Baskı, Hamle Basın Yayın, İstanbul, s.15
[7] Bkz. Metin Turhan, Ülkü Ocakları (1968- 1980), Bilgeoğuz Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul, 2010 ( Ülkü Ocaklarının kuruluşu, kurucuları, illerdeki, ilçelerdeki teşkilatlanmaları tarihsel sıralamayla anlatan oldukça hacimli bir eser)
[8] Atsız, Türk Ülküsü, Ötüken, 19. Baskı, 2018, İstanbul, s. 15
[9] Bkz. Ülkücü Hareketin Kronolojisi, Kadir Yiğit-Kür Şad Özkaynar, (Kitapta Ülkü Ocaklarının ve Ülkücü mücadelenin süreçlerine ait kronolojik başlıklar sıralı olarak verilmiştir.)
[10] “Sunuş Yazısı”, Bizim Ocak Dergisi, Sayı: 1, Ankara,1983.
[11] Bahar İlhan, Başbuğ ve Dokuz Işık, Kamer Yayınları 2016, İstanbul, S. 164.
[12] 12 Temmuz 1992, Ortadoğu Gazetesi
[13] Necmettin Hacıeminoğlu, Milliyetçilik-Ülkücülük-Aydınlar, Töre-Devlet Yay. 1975