Önümüzdeki, 8 Mart ile başlayacak olan takvimsel eylemlilik günleriyle birlikte siyasal iktidarın bir güç biriktirme merkezi olarak demokratik hak ve özgürlükler alanında baskı ve saldırılarını arttıracağını rahatlıkla söyleye bilirim. Söyleye bilirim çünkü siyasal iktidar her geçen günün aleyhine geliştiğini, 1 Kasım’ın ardından muhalefet cephesindeki yaşanan şaşkınlık ve yılgınlığın atlatılmaya başlandığının işaretlerini görüyorlar.
Küresel ve bölgesel Uluslar arası ilişkilerinde de siyasal iktidar açmazlarını derinleştirerek sürdürülemez bir noktaya doğru ilerliyor.(Bakınız Baydın Ziyareti. AB uyarıları, Rusya krizi vb.) Bu durumun iç politikaya, buradaki sınıfsal ilişki ve siyasal kamplaşmalara etkisini minimize etmek adına şu günlerde siyasal iktidar ulu orta saldırıları yükseltiliyor. Demokratik hak ve özgürlükler adına sosyal talepler ileri süren tüm kesimlerin hedefe çakılması işte hep o ayaklarının altında duydukları gümbürtünün korkusuyla yapılıyor.
Ülkemizde olduğu gibi tüm kapitalist ülkelerde siyasi iktidarlar sermayenin sınırsız sorunsuz sömürülerinin devamını sağlamak üzere görev alır. Sermayenin emekçilere, kent ve kır yoksullarına, ezilen çeşitli milletlerden tüm halk kesimlerine karşı hâkimiyetini sağlamak ve hoşnutsuz milyonlarca insanın yeraltından gelen gümbürtülerinin basıncını frenlemek ve bir yanardağ patlamasını önlemek adına emrindeki siyasi iktidarların aldığı her “önlem” (ülkemizde AK Partisinin yaptığı gibi) dönüp dolaşıp, onun ekonomik-siyasal yapısal çelişkilerinin prizmasında kırılarak basıncı daha fazla yükselten bir işleve dönüşüyor.
AK partisi Parlamentodaki gücüyle yasaları ülkemiz egemen sermayesinin çıkarları lehine düzenleyen, devlete tamamen hâkim olan, bütün ekonomik, politik, siyasal kamusal makamları 14 yıldır kullanan, fiilen ve medya aracılığıyla toplumu etkileyip yönlendiren iyi hizmet verdiği için yaptığı talan ve vurgunlara dahi ses çıkarılmayan bir aktör olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İhtiras ve talana varan vurguncu ideolojilerini devlet olanaklarıyla birleşerek çürümenin tüm biçimlerini yaygınlaştırdıkları şu günlerde sağladıkları sermaye birikiminin hesabı tutulamaz oldu.
1 Kasım seçim sonuçlarının ardından yeniden iktidar olmanın, düzenin tek ve mutlak sahibi olduğunun sahte, boş meşrutiyetiyle “artık ne yapsak gider” mantığıyla içlerinde olanı gizleme, perdeleme ihtiyacı duymadan ortaya serdikleri şu günlerde (bakınız parlamento kürsüsünü kullanan hatiplerine, bakanlarına, başbakanına ….) gerçekten kimin ve neyin temsilcisi olduklarını gören gözler için fazlasıyla gösteriyor.
Sermaye birikiminin doğası gereği 62 dolar milyarderinin toplam serveti, 3.6 milyar insanın servetine eriştiği günleri yaşıyoruz! Korkunç bir ekonomik (ve dolayısıyla siyasal, toplumsal) bir fay hattıdır bu. Yeni bir ekonomik krizin ayak seslerinin duyulduğu, temel gıda ve ihtiyaç maddeleri başta olmak üzere ürünlere dönük “fiyat ayarlamaları” yağmuru sürerken ülkemizde zenginlik ve yoksulluğun karşıt uçlarda birikmesi de istemlerimiz dışında hızlanıyor. Ulusal istihdam stratejisi ve kamu reformu düzenlemeleri gerçekleştiğinde işçi sınıfı başta olmak üzere tüm yoksulların yaşam koşulları daha da ağırlaşacak.
Kapitalist üretim ilişkileri ile üretici ve göçler arasında çelişkinin bir dışa vurumu olan bugünkü krizlerin tek çözümü ancak ve ancak demokratik halklar iktidarında ve onun çoğulcu demokratik yönetimindedir. Toplumların ileri doğru hareket eden tekerleği tüm baskı ve şiddet politikalarıyla yavaşlatılmaya, geri döndürülmeye çalışılsa da kendi içindeki en direngen dinamiklerin öncülüğünde ileri hareketine devam edecektir. Neyleyseler ne etseler ellerinden gelenin fazlasını dahi ortaya koysalar evlerinde yaptıkları hesap tutmayacak çarşıdan dönecektir.