KÜLTÜR

Niğde'nin Son Süvarisi

Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü Alper Göncü yazdı... Ergun Suer, kendine has uzun favorileri, kaytan bıyıkları ve at üzerinde giderken  oluşturduğu karizmasıyla tüm Niğde’nin hayran olduğu, gıpta ettiği bir  at sevdalısıydı...       

Abone Ol

Kadim at kültürünün Niğde’deki son temsilcisi Ergun Süer, çocukluğumun efsane binicisi ve idolümdü. Niğde caddelerinde atının üzerinde dimdik geçişini hayranlıkla seyreder, atını mahmuzlayıp Kayaardı’na doğru kıvılcımlar çıkararak dörtnala koşturmasına bakakalırdım. Yakın akraba olduğumuzu sonradan öğrenmiş olduğum Süer, kendine has uzun favorileri, kaytan bıyıkları ve at üzerinde giderken  oluşturduğu karizmasıyla tüm Niğde’nin hayran olduğu, gıpta ettiği bir  at sevdalısıydı.
      


Motorlu taşıtlar, hayatımızın vazgeçilmezi olmak üzereydi. Niğde’de önü alınamayan bir otomobil merakı ve mobilet modası başlamıştı. Çarşı içindeki nal sesleri, at kişnemeleri azalmış, onların yerini patlamalı motorlar almıştı.     
 


Ergun abi bu dönüşüme epey direnmiş, şehir içinde at binmeyi seksenli yılların başına dek sürdürmüştü.  Öyle ki, yaz aylarında Kayardı’ndan Niğde’ye her gün atıyla gidip gelir, oğullarını önüne oturtup  okullarına bırakır, Ziraat Bankasındaki mesaisi bittiğinde de ahalinin hayran bakışları altında fiyakalı bir şekilde bağa dönerdi. Konu komşudan bazısı, Süer’in eve dönüş saatine yakın cumbaya balkona çıkıp atla geçişini beklerdi.  “Babamın bir atı olsa” veya “Ergun abinin oğlu olsaydım” diye ara sıra düşündüğüm olmuş, içimdeki at tutkusu böyle alevlenmişti…    
 


Kayardı yolunda bir gün Ergun Süer ile karşılaştık. O güne kadar cemâlini görebilmek için kafamızı kaldırdığımız, heybetli atının üzerinde şövalye gibi duran Ergun abi, benim boy seviyemde, altında ufacık kalan bir mobiletin üzerindeydi. Annemle birbirimize baktık; heyecanla, atına ne olduğunu sorduk… “Atı sattım” dediğinde çok şaşırdık, hatta üzüldük… Beklemediğimiz bir durumdu bu…Onun gibi bir at sevdalısı, nasıl olur da böyle bir şey yapardı! Bu işin altında muhakkak surette ciddi bir sebep olması gerekirdi.  O günün koşullarında at beslemenin masraflı hale gelmeye başladığını anlatan Ergun abi, at binilebilecek yolların asfaltlandığını söyledi. Bunlara ilaveten birkaç kez de ciddi kaza atlatınca can yoldaşı atını satmak zorunda kaldığını anlamıştık.  Niğde’de at kültürü derin yara almış, bir dönem kapanmıştı.  Cici’nin 1930 model Ford T otomobili ve Kara Süheylâ’nın büfesinden sonra Niğde’nin sembollerinden biri daha  yitip gitmişti.     
 


Ergun Süer, at besleyip binmeyi fiili olarak bırakmış olsa da içindeki tutkuyu yüreğinden silip atamazdı. Aile geleneği olan atçılığı zaruri olarak sonlandırdıktan sonra hayatında oluşan boşluğu dövüş horozları ve güvercinleriyle doldurmaya çalışıyordu. Süer’in atçılıktan “kuşçuluğa” evrilme süreci böyle başlamış oldu. Günümüzde en halis taklacı güvercinleri yetiştirip, müsabakalara katılmaya devam eden Süer ile fırsat buldukça Kayardı’da buluşur, atların hayatının bir parçası olduğu o eski günleri yâd ederiz. 
 


Türk Edebiyatı’nın yazılı ilk metinlerinden olan Kutadgu Bilig’de geçen “Argun-Arkun” kelimesinin anlamı; “Yaban aygırıyla evcil kısraktan olan cins at” demektir.  Demek ki babası Emin Efendi, bu ismi oğluna bilinçli koymuş, o da ismiyle müsemma bir hayat yaşamış, ailesinden tevarüs eden at geleneğini elinden geldiğince sürdürmeye çalışmıştı. Büyükbabası Ali Bey, Niğde ve çevresinden 750 kişilik süvari birliği teşkil edip, Kuvva-i Milliye saflarına katılmış, Gülek Boğazı’nda Fransız’lara karşı amansız bir mücadele vermiştir.
 
 
Ergun abinin atı tarih olunca, Niğde’de kala kala pala bıyıklı kır bekçisi’nin yerli devriye atı, Hafızın Ziya’nın ufak kısrağı, Dilmusun (Hançerli) köyünün muhtarı Seyyid Ağa’nın meşhur kır atı ile yoz araba beygirleri kalmıştı. Şehir merkezinde bir iki nalbant hizmet vermeye devam ediyor, koşum takımı, kantarma, eyer gibi at malzemeleri satan saraçlar, kiralarını çıkarabilmek için vinleks çanta imalatına başlamayı düşünüyorlardı. Yetmişli yılların sonunda at kültürüne dair  Niğde’deki manzara buydu.
 


Seksenlerin ortalarında Tahsin Kitapçı hocamızın oğlu Şakir Kitapçı’nın Adana’dan bir Arap atı almasıyla benim için yeni bir heyecan başlamıştı. Şakir Kitapçı, atı aldığı ilk günlerde attan düşüp bacağını kırmış, bir daha da binmemişti. At, Faytoncu Ömer Ağa’nın bakımı ve himayesindeydi. Niğde şehir merkezinde at binen Ömer Ağa,  Ergun Süer’in yerini doldurmasa da yine de dikkatleri çekiyordu. Ben bu ata yaklaşık on yıl boyunca her yaz Niğde’ye geldiğimde bindim. Kayaardı yollarının tozunu atar, Titreyen Çayır’da dörtnala koşturur, Sarıova’daki Dertalan Kaplıcasında atı yıkayıp tımar ederdim. At merakımı yakından takip eden Hafızın Ziya, (Uyanık) her gün Sarıova’ya gelir, kaplıcaya dönüştürüp işletmeye açtığı bağında atı yıkamamı seyreder, binicilik ve atlar üzerine tavsiyelerde bulunurdu. O günlerde bana hediye ettiği boğa sırımından örme, antika kırbacı halâ saklarım.    
 


Kayardı’nda at bindiğim günlerin birinde, Nurettin Bayhan sokağı girişinde, Ergun Süer ve dişçi Yaşar Germiyanoğlu ile karşılaştım. Her ikisi de mobilet kullanıyordu. Atı durdurdum, selamlaştık… Ergun abi beni at üstünde görünce, “Helâl olsun be çocuk! atanın dedenin at merakını sen sürdürüyorsun” demiş, gözleri dolmuştu.
 


Niğde’de bir dönem herkesin tanıdığı, at dendiğinde akla ilk gelen isim, atlara fısıldayan adamların son temsilcisi Ergun Süer, o günlere dair anılarını şöyle anlatıyor:     
 


“Adeta at sırtında bir ömür sürdüm. Kendimi bildim bileli atlarla iç içeyim. Araba kullanmayı bilmem, hiç ehliyetim olmadı. Atımı sattıktan sonra Kayardı’na gidip gelmek için mobilet aldım.
 


Kapımızdan bir gün dahi at eksik olmamıştır. Babam zamanında üç beş atımız, eşeğimiz hane halkının hizmetinde idi. O zamanki bakım imkânları ve maliyetleri bugünkü gibi değildi. Seyisler ile kapımızdaki hizmetliler, atlardan anlayan, seven ehil kişilerdi. Malum; atı almak değil, ata hakkını vererek bakıp besleyebilmek, duygusal bağ kurabilmek önemlidir. Atalarımız: Atın rızkı dokuzdur; birini kendi yer sekizini sahibine bağışlar demişler. 
 


Ergun Süer arşivinde bulunan 1935 tarihli fotoğrafta henüz 3 yaşında olan üstadımız, Büyükbabası Ali beyin meşhur atı Ceylan’ın üzerindedir. Urfa’dan gelmiş olan bu asil at, 1940 yılında askeriyeye teslim edilene kadar Niğde’nin meşhur atlarından biri idi.  
 


Süer şöyle devam ediyor:
 
Yedi sekiz yaşlarındaydım. Babamın atı Ceylan’a binip dörtnala yokuş aşağı Kışla Bayırından at koşturduğuma şahit olan Alay komutanı, emir verip “Bu çocuğu hemen yanıma getirin” demiş.  Nöbetçiler hemen koştu geldi, dediler “seni Albay istiyor” deyip kışlaya götürdüler, hemen yanına aldılar. Ben de heyecanlandım, ne diye komutan beni çağırıyor diye… “Yavrum” dedi “ne yapıyorsun sen”?  Böyle yokuş aşağı dörtnala at sürülür mü? Dedim ki: “ merak etmeyin komutanım ben at sırtında büyüdüm” güldü, hoşuna gitti. O zamanlar Topçu Birliğinin ve 12.Alay’ın muazzam atları vardı. Meselâ Karadayı diye bir efsane komutandan bahsederler. Babam zamanının subaylarından… Bizlerden eskidir. Selim Binici iyi bilir, onların ahbapları idi.  Benim dönemimde at meraklısı İlhami yüzbaşı vardı. Niğde sokaklarından gösterişli atıyla geçerken herkesi kendine hayran bırakırdı.
Askeri Tavla, Kayabaşı’na doğru, sanat okulunun biraz ilerisinde idi. Bedesten’de ise top çeken Macar kadanaları vardı.  Sonra bu atları ihaleyle sattılar.
 


Niğde’de kırklı yıllarda yapılan at yarışlarıyla ilgili neler söylersiniz?
 


Niğde’de atın, atçılığın altın çağı Vali Niyazi Mergen’in 1944 senesinin sonlarında Niğde’de göreve başlamasıyla yaşandı. Üç dört sene kadar görev yapan Mergen, Çorum’a tayin olunca at yarışları da son buldu. Niyazi Mergen, “Kırbaçlı Vali” namıyla maruf, hem başarılı bir idareci hem de at yetiştiricisi, at sevdalısı, elinde her daim kırbaçla dolaşan bir valiydi. Kızları da at biner, kayak yaparlardı.  Çok çalışkandı. Sabah erkenden kalkar, at biner, şehri gezer, teftiş yapar sonra da makamına gelip otururdu. Zamanın Belediye Reisi, akrabamız Lütfi abiyle (Soylu) uyumlu çalıştılar.  Lütfi abinin de boylu poslu bir Arap atı vardı. İkinci Cihan Harbi patladığında memlekette ne kadar iyi at varsa topladılar, Babamın atı Ceylan ve Lütfi abinin  atı da 1940 senesinde ordu hizmetinde kullanılmak üzere askeri yetkililere teslim edildi. Biz sonra atçılığı devam ettirdik, ama Lütfi abinin, Belediye Başkanı olduğu müddetçe avcılığı ön plana çıktı ama atlara gönülden bağlı olduğundan, Kırbaçlı Vali Mergen’le tam bir uyum içinde çalıştılar, at yarışlarının düzenlenmesini sağladılar. Niğde’nin sosyal hayatına renk getirdiler. At yarışları Sarıova Bucakçayırı’nda, Mergen’in Valiliği boyunca yaz aylarında yapıldı. Panayır havasında geçen koşulara Adanalı Yaylacılar ve Niğde halkı ilgi gösterirdi.
 


Hatırladığım atlardan Heyula vardı, İnci ve Dicle vardı, Niyazi Mergen’in 4-5 atı dışında atların hepsi Adana ve Mersin’den gelmişti.  Dicle’nin eşkâli güzel, boylu poslu bir attı ama süratinin devamı yoktu, koşuya iyi başlıyor, nefesi yetmiyordu. İddialı olduğu koşuyu kaybedince sahibi Adanalı Abdurrahman Ağa,  kızgınlıkla Dicle’yi 900 liraya Suphi Soylu’ya sattı. Suphi abinin ödediği para o güne göre büyük paraydı. Dicle ile Tepeyran’daki evine geldiğinde herkes ata hayran olmuştu.   
  


Bir başka yarış günü de Pozcu Şevket’in atı Mihrace’nin jokeyi Hasbi, valinin atı kazansın diye hile yaptı dediler. Tartışma yaşandı. Zamanın namlı atçılarından Mersin’li Pozcu Şevket babamın arkadaşıydı. Yaz aylarında atları bizde misafir olurdu. Mihrace, Adana bölgesinde meşhur bir attı. Bir de yine şampiyon atlardan Karakuş vardı. Çok güzel Arap atları koşardı o yıllarda… Yarış pistlerinde henüz İngiliz atları yaygın değildi.
 


Atlarınızı nereden temin ederdiniz? Hangi atlar tercihinizdi?
 


Atın şahı, kim de derse desin safkan Arap atıdır. Eşkal ve huy özellikleri ile asalet ve dayanıklılık bakımından diğer atlara nazaran Arap atı her zaman birkaç adım öndedir. İngiliz Atları da Osmanlı topraklarından götürülen dört Arap atının soyundan gelmektedir. Arap kabileleri bu atları yetiştirirken evin bireyi gibi görürler. Tayları çadırlarında besleyip kendilerine alıştırırlar. Seklâvi, Hamdani, Maneki ve Hedban kabilelerinin adlarıyla anılan dört ana familyadan gelen Arap Atları makbuldür. Küheylân tipi kuvvetin ve dayanıklılığın, Seklâvi güzelliğin ve zerafetin, Maneki ise sürat ve cesametin timsâlidir. 
 


Çukurova Bölgesindeki atçılar Niğde’ye yaylacı olarak geldiklerinden çoğu ile yakınlığımız vardı. At alacağım zaman yarış sezonu kapandığında Adana’ya gider, koşu hayatı biten kısraklar arasından kendime at seçerdim. Urfa bölgesinden de fevkalâde atlar gelirdi.  
 


Sizde iz bırakan atınız hangisiydi? Neden kısrak tercih ederdiniz?
 


1960’ların başında ciddi bir meblağ vererek 1957 doğumlu Sis Gufre 14 isimli bir kısrak aldım. Çok sağlam bir kan hattından geliyordu. Ondan yavru almaya birkaç sene uğraştık ama başarılı olamadık.  Gufre’dan bir tay alabilseydik, yarışlara sokacaktım. Daha sonra başka atlar da aldım, ama Sis Gufre’nin üzerine at tanımam. Fevkalade ahlâklı ve çok güzel bir kısraktı. Sis Gufre lokantanın kapısında, yemeğimiz muhabbetimiz bitene kadar beklerdi.  Reks diye bir kurt köpeğim vardı. Atımla arkadaş idiler.  Dizginlerini ağzıyla tutup şehirden bağa getirirdi. Ya da bağa kendi döner, akşama kadar otlakta yayılır, sonra da seyis, atı şehre getirirdi. Bankadaki görevime ceket kravat, at üstünde giderdim.
  


Atlarla birlikte geçen elli sene çoğunlukla kısrağa bindim. Bir iki de aygırımız oldu, iğdiş ettirmezdik. Ama aygır, kısrağa göre daha hareketli, kimi zaman da zapt etmesi güç oluyordu. Birkaç kez de ciddi kaza atlattım, atı kaydırdım. At binen mutlaka attan düşer, bu biniciliğin cilvelerindendir. Mühim olan iyi düşebilmek, ayağını üzengiden çıkarabilmek ve mümkünse düştükten sonra tekrar binmektir.  Eşekten düşmek çok daha kötüdür, zira eşeğin edepsizliği tuttu mu eşekliğini yapar, gider gider taşın üstüne düşürür. Ama at, usturuplu düşürür. Eğer asil hayvansa, düşürdüğü binicisinin yanından ayrılmaz.  
 
 
Niğde’de sizden başka at meraklısı olan kimleri hatırlamaktasınız? 
 


At binmeyi, at beslemeyi hakkıyla yapan Selim Binici idi. Mania atlar, şaha kaldırır, ata her türlü numarayı yaptırırdı. Süvari Okulunda askerliğini yapmıştı.
 


Kandağın Ali Efendi ile dip komşuyuz. Niğde’de en güzel atları besleyen, gerçek at meraklılarından biri de o idi.  
 
Bir de postane memuru Hınıs’ın Hüseyin vardı. Bir sohbet esnasında şaka yollu, atımı satmamı istedi. Ben de öylesine, bin liraya satarım dedim.  3-4 bin liraya aldığım atı, laf ağzımızdan çıktı diye satmak durumunda kaldım. 5 lira kaparo verdi. Hattâ Sait abi ( Şahenk) meşhur kahkahasıyla bu alışverişimize hep takılırdı. Hınıs’ın Hüseyin, atı aldıktan sonra palan vurdu, hakkını vererek bakamadı, heba oldu gitti güzelim atım. Günahım varsa ondan vardır. Tecrübeli ellerde normal araba beygiri, küheylâna dönüşebileceği gibi, nice küheylânlar da ehil olmayan ellerde beygire dönüşür.
 
Bir de Hakkı abi ( Dr. Hakkı Altan) Seklâvi soyundan al bir at almıştı. Ahmetpınarında bulunan bağında besler, muayenehanesine atla gelir, seyis atı bağa geri götürürdü. Askerliğini Muhafız Alayında süvari olarak yapmış olan Şaban Demirbaş, bu ata daha çok binmiştir. Hakkı abinin at sevdasının kısa sürdüğünü hatırlıyorum.
 
 
İyi at binmenin püf noktaları ve tavsiyeleriniz nelerdir?
 


Birinci kural ata soldan binmektir. Bu evrensel bir kuraldır. Ne yazık ki bazı yerlerde ata sağdan binildiğini gördüm.“ Türk milleti olarak at binmeye dair bildiklerimizi ne çabuk unuttuk” diye hayıflanıp üzüldüm.  
    


Atlar o denli hassas hayvanlardır ki, binicisinin ustalık derecesini daha ayağını üzengiye koyarken anlar, ona göre davranış gösterirler. Binici acemi ise at onu istediği yere götürür, binici usta ise at üzerinde tam hakimiyet sağlayıp belli komutlarla ata istediğini yaptırabilir.  
 


Binicinin pozisyonu ve baldırları doğru kullanmak önemlidir. Öncelikle dik oturulmalıdır. Ayaklar üzengiye basarken topuklar aşağı gelecek şekilde ve ata paralel olmalıdır. Dizginlere yerli yersiz asılmak, yanlış ata yanlış gem takmak atı bozar ve huysuz yapar. At binerken kuvvet, dizginlerden ya da eyere tutunarak değil, baldırlardan alınmalıdır.
 


 ( Süer’in eski fotoğraflarına bakıldığında üzengiyi kısa tutup atın üzerinde sandalyede oturur gibi diz tutuşu olduğunu görürüz. Bu, geleneksel Türk üzengisinin kısalığına dair bir gösterge olup Macarların da böyle at binmesi eski ve köklü bir binicilik geleneğine işaret eder)   
 


Atlar doğaları gereği ürkek hayvanlardır. Ama kolay öğrenir, sahiplerine çabuk alışırlar. At, binicisine güven duymalıdır. Güzel sözlerle yaklaşmalı, komutlara alıştırılmalıdır. Yele ve boyun kısmı okşanarak at ile yakınlık kurulmalıdır. Fazla olmamak kaydıyla havuç veya kuru üzüm verilebilir, fazla şeker ise atın gözlerini bozar.  
 


Eğer ve koşum takımlarınızı nasıl ve nereden temin ederdiniz?
 


Kullandığım eyerler iki türlüydü. Hem süvari tipi eyer hem de Çerkez eyeri kullanırdım. Daha önceleri Maraş ve Adana işi işlemeli koşum takımları da kullandığımız oldu.  Başı sert ve zaptı güç atlar için kullanılan acı damak ve kırbaç kullanmaz, atı sinirlendirip hırpalayacak şekilde binmezdim. Klâsik kantarma kullanırdım. Kendi atımı kendim tımar eder, nalını çakardım. Hastalıklarını geleneksel tedavi yöntemleriyle iyileştirmeye çalışırdım.
 


Bir gün arkadaşım Yaşar Erdem yeni bir at aldığını söyleyip eyeri ödünç istedi. Atı Fertek’te besliyormuş. Birkaç gün sonra atı bahçede kaçırmış. Akşam, at döndüğünde bakmış ki eyer ve başlığı atın üzerinden almışlar. Bu şekilde birkaç eyer yitirdiğim oldu.  
 


Unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
 


Hangi birini anlatayım…Bir muhabbet esnasında atla, berber Turan ustanın dükkanına girip giremeyeceğim tartışılıyordu. Arkadaşlar iddiaya girdiler. Bunun üzerine hemen atıma atlayıp dükkânın kapısına vardım, içeri girdim. Herkes şaşkınlık içindeydi. Atla ufacık dükkân içinde dönüp dışarı çıkmayı başardık.
 


Başka bir anım da Osman Kabaksız ile ilgilidir. Rahmetli Kabaksız, Niğde’de, sohbet geleneğinin son temsilcilerinden, Kayardı’daki muhabbet meclislerinin daimi üyesi, yakın arkadaşımızdı. Bir gece Kayardı Çayı boyunca atla geleceğimi bilen Kabaksız, Şaban Pınarı’ında demlendikten sonra beni karşılamak üzere çaya doğru, elinde lüks lambasıyla geliyor. O sırada , nasıl olduysa, ayağı kayıp suya yuvarlanıyor. Kabaksız bu! Suyun içindeyken bile lambayı havaya kaldırıp sönmesini önlüyor, ışık tutmaya devam ediyor. Bu olay esnasında Kabaksız, takma dişini yitiriyor. Bunu rahmetliden dinlemeliydiniz. Kendi üslubuyla öyle bir anlatırdı ki, her defasında ilk kez duyuyormuş gibi gülerdik.     
 


At meraklıları atlarını benim eğitmemi isterlerdi. Zamanın Hükümet Tabibi Ali Tekeşin ( Selin Sayek Böke’nin dedesi) bir kısrak almış ama binememiş. Sormuş soruşturmuş,  “Ali Beyin torunu Ergun biner” demişler, atı bana getirdiler. Biraz huysuz, kıpır kıpır bir hayvandı. O güne kadar pek binen olmadığını söylediler. Eyeri vurup sırtına atladım, bir iki dolandıktan sonra kuzu gibi oldu. “At sahibine göre eşinir” derler. Hayvana sert yaklaşırsan o da sertleşir, atlar çok akıllı ve hassas olduklarından kimin ne yapacağını, nasıl davranacağını bilir ona göre hareket ederler.  
 


Niğde’de Cirit oynanır mıydı?
 


Büyükbabam Ali Bey zamanında cirit oynanırmış. Nevşehir’de Reji müdürü olarak görev yaptığı senelerde, namlı bir eşkıya varmış. Büyükbabamla cirit oynamak istediğini haber salmış, o da kabul etmiş. Bu dediğim,1920’ lerde oluyor… Bir gün kararlaştırıp cirit meydanında karşılaşmışlar.  Ali beyin nasıl eğer boşalttığını ve  at üzerindeki hünerini gören eşkıya şöyle demiş; “ Reis! Ne ben sana değnek atayım ne de sen böyle eğer boşalt”  demiş ve gitmiş. Ali bey Pozantı savunmasına süvari birliğinin reisi olduğundan böyle hitap ederlerdi. 
 


Eğer boşaltmak, cirit oyununda atın yanına yatıp, adeta kaybolmak demektir. Usta biniciler, atılan cirit değmesin diye bu şekilde eyer boşaltırlar veya ciriti havada yakalarlar. 
 


Çok yaman biniciydi büyükbabam… At dörtnala koşarken yerden, gözüne kestirdiği taşı alırdı. Çocukken onunla at bindiğimizde aynı tempoda, aynı yolda sürdüğümüz halde benim atım terler, onun atı terlemezdi. Nasıl yapardı bilemiyorum, böyle maharetli idi. Birlikte at koştururduk. Bir defasında atım tökezledi, yere kapaklanır gibi oldu.  Bir baktım kendi atıyla yanaşıp beni atın sırtından alıverdi. Böylesine usta bir süvari idi. Bunca yıllık atçılık tecrübeme istinaden söylüyorum; böyle at bineni ömrümde görmedim. Onun yanında “at binerim” diyemezdim. Sakarya okulunun orada çekilmiş bir fotoğraf var. Dedemin meşhur atı Ceylan ve seyisi Ali ile…  Ceylan askeriyeye verildiğinde çok üzülmüştüm.  
 


Niğde’de atçılığın bugünü hakkında neler söylersiniz?
 


Niğde’de günümüzde, cins at kalmadığı gibi, ne doğru düzgün at binecek yol, ne de ata gönül veren adam kaldı. Birkaç at arabası görüyorum, onlara da otomobil lastiği taktılar. Kemerhisar bölgesinde bulunan at çiftliklerinde yarış atı yetiştiriyorlar.  Sarıova’da yeni açılan Yahşi Batı Çiftliği de Niğde için bir boşluğu dolduruyor. Çocuklara at bindirmek, hafta sonu ailecek gitmek için çok iyi bir girişim. Acemi biniciler için uygun, munis atlardan oluşan bir kadro oluşturmak gerekir. Binicilik hocası, seyis, at malzemesi, nal vs bulmanın zor olduğu Niğde’de böyle bir yer açıldığı için memnunum ama geliştirilmesi gerekir, ailecek atlı gezilerin yapılacağı, atlı okçuluk dersleri verileceği günleri bekliyorum.
 


 
Niğde’nin duayen atçısı Ergun Süer, sağlıklı ve uzun ömürlü olmasını hayatı boyunca hayvanlarla iç içe olmasına bağlıyor. Her sabah Kayardı’na gidip güvercinleri ile zaman geçirip, temiz havada yürüyüş yapan Ergun abimize sağlıklı günler diliyoruz.
 


 
(Bu söyleşi Ergun Süer ile 02.07.2019 tarihinde Aşağı Kayardı mevkiindeki bağında yapılmıştır.
Ergun Süer 1932 doğumlu idi. Allah Rahmet eylesin.