Nisan’da Yağan Kar

Abone Ol
Alpaslan Türkeş bir ülküdür.  Türk’ün tarihi misyonunu hatırlatan, yeniden diriliş davasına mimarlık yapan, ümitsizliği ümit haline getiren ebediyen yaşanacak bir ülkü. 
O, Allah’ın Türk milletine bir ihsanıdır. Çünkü onunla hatırladı Türk milleti asl-i cevherini, onunla dirilişe geçti birlik ruhu…
O yaktı “esir Türklere hürriyet” ateşini ve tutuşturdu Turan meşalesini yeniden, bir daha, engellenmez bir coşkuyla…
 İslam âlemi Nizam-ı Âlem anlayışını onunla bir daha hissetti yüreğinde…
Onu birkaç cümleyle anlatmak mümkün değil.
Ama Alpaslan Türkeş ülküsünün nasıl engellenemez bir volkana dönüştüğünü zannederim şu olay gayet iyi izah ediyor:
Fransa’da bir teşkilatlanmaya gitmek isteyen Türkler, gerekli prosedürü hazırladıktan sonra yetkili Fransız makamına müracaat ederler. Bütün evrakları inceleyen yetkili bu federasyonun Türkiye’deki Türkeş ile bir alakasının olup olmadığını sorarlar. Başvuruyu yapanlar herhangi bir engele takılmamak için Türkiye ile bir alakasının olmadığını buradaki Türkler ile ilgili bir sivil toplum örgütü olduklarını söyleyince şöyle bir söz ile karşılaşırlar:
“Aman iyi. Sakın Türkeş’le bir irtibatınız olmasın. Çünkü onun kafasındaki dünya Osmanlı’dan da büyük!”
Zannederim Başbuğ ile ilgili söylenecek başka söz kalmıyor bu itirafın ardından…
Türk milliyetçilerine düşen, tarihin kaydettiği bu önemli nota doğru şerhler eklemektir.
Ülkücülere düşen, onun dili ile “Ülkü insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü, insanlara yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir.” anlayışı ile ışık olmaktır.
İşte o ışığın vefat anını, satırların arasına sığdırabileceğimiz sırlarla belki de şöyle dile getirebiliriz:
Soğuk bir Nisan akşamıydı.
Yaşının üstünde bir dinçlikle, Ankara’da bir otelin önünde kendini bekleyen arabaya binen adam arka koltuğa oturdu.
Nisan olmasına rağmen Ankara sokaklarında hafif kar serpiştiriyordu.
Yaşlı adam terlediğini hissetti ve şoföre kaloriferleri kapatmasını söyledi. Kravatını gevşetirken gözleri Ankara’nın karanlık sokaklarına dalmıştı. 
Ama göğsünün ortasına yerleşen ağrı nefes almasını da zorlaştırmıştı.
Şoföre bir kez daha seslendi:
“Evladım, kendimi iyi hissetmiyorum.”
Durumu anlayan şoför ani bir manevra ile Çankaya Hastanesine yöneldi. O sırada yaşlı adamın gözü düşen kar tanelerine takılmıştı. Ve o kar taneleri sanki kanat takmış bir güvercin gibi ihtiyar adama ses etti:
Vakit tamam. Haydi, gerçek vuslata.
İhtiyar tebessüm etti:
“Ölüm güzel şey budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasa ölür müydü peygamber.”
Dercesine…
Ve… 
Asırlık bir çınar…
Tarihe iz bırakırken geleceğe de umutlar emanet ediyordu veda ederken fani âleme.
Ama dışarıda yağan kara inat marşlar söylüyordu gözü yaşlı yiğitler:
Bozkurtların Başbuğları kükreyince söğütte.
Soluk yapraklar uçuşur, dökülür bir nefeste
Kanımızdır, canımızdır her şeyimiz bu vatan.
Bastığın yerleri tanı, altında Türk'tür yatan.
Haydi yiğit haydi yiğit haydi yeni akıma.
Ülkümüzün, ülkümüzün cihan varsın farkına. Diye
Tarih 4 Nisan 1997
Günlerden Cuma / Saat 23:15
Resmi kayıtlar ölüm tarihini böyle geçti evraklara.
Ama 8 Nisan günü Beşevler’deki sade mezarına doğumu 1917 yazarken ölümü boş bırakılacaktı. Çünkü 
Ölen hayvan imiş
Âşıklar ölmez
Diyordu koca Yunus.
İşte ülkücüler de o vatan aşığının ölümsüz fikirlerini bir miras olarak yaşayıp yaşatmalıdır.
Son yaşananları değerlendirirken de onun mazi-ati çizgisindeki İLİM-İMAN-AHLAK-ÜLKÜ anlayışı ile aşmak, bir ilke olarak ortaya konmalıdır..
Ümitsizlik asla şiar olamaz. Şüphesiz ki iç muhasebe yapılacaktır. Dün - bugün çizgisindeki ülkücü terbiye doğrultusunda alınacak dersler ve tedbirler değerlendirilecektir.
Ne diyordu?
Sizlere kolay bir başarı, vaat etmiyorum. Kısa zamanda bir iktidar umanlar bizimle yola çıkmasınlar. Yolumuz uzun ve çetindir. Bu yolda karşınıza menfaat teklifleri, tehditler ve daha bir yığın engel çıkacaktır. Bu çetin yolda dayanabilecekler, bizimle gelsinler. Cesur olanlar, kuvvetli olanlar, gerçekten inananlar kafilemize katılsınlar.