Eğitim sistemimiz gün be gün piyasa koşullarına uygun hale getiriliyor. 4+4+4 diye adlandırılan eğitimin kademelendirilmesi ile oluşturulan zemin üzerinden MEB’in hedefleri bir, bir karşımıza çıkarıyor. MEB’in 2011 tarihli “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi” ve bu doğrultuda hazırlandığı ifade edilen eylem planı ise 4+4+4 modeliyle birlikte inşa edilmek istenen eğitimin ticarileştirilmesi ve muhafazakârlaştırılmasında, biz öğretmenlere biçilen rolü açıkça göstermesi açısından dikkat çekici. Üstelik kamuoyunun ve biz eğitim emekçilerinin 4+4+4 tepkisini gazla, tazyikli suyla, copla bastıramayanlar yeni adımlarını atarken başka bir taktik uyguluyorlar. Bazı eğitim fakültelerinin 4+4+4’e karşı almış olduğu tutum(özellikle Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi) AK Partiyi çok rahatsız etmiş olacak ki kendileri gibi düşünen akademisyenler, adeta görev edinmişçesine TV ve genel medya üzerinden MEB’in strateji planını savunmaya geçiyorlar.
Siyasal iktidar eğitim için ön gördüklerini, beklentilerini geçen yıl Milli Eğitim Bakanlığı, “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi” ile kamuoyuna duyurmuştu. Siyasal iktidarın üç başlık altına sunduğu belge;
· Her Sınıfa En Nitelikli Öğretmenin Ulaşmasını Sağlamak
· Öğretmenlerin Mesleki ve Kurumsal Bağlılığını İyileştirmek ve Sürdürülebilir Kılmak
· Öğretmenlik Mesleğinin Algı ve Statüsünü Güçlendirmek
Bu amaçlar ve alt hedefleri incelendiğinde sorunun odağına öğretmenin yerleştirildiği görülmektedir. Üstelik ilgili eylem planının kendisi bunu yanlışla makta ve plansız eğitim politikalarının sonuçlarını gönülsüzce vurgulamak zorunda kalmaktadır.
Örneğin sınav sistemini ve eğitim hizmetinin niteliğini olumsuz etkileyen faktörleri sorgulama gereği dahi duymadan şöylesi bir tespit yapılabilmektedir:
“Gerek ilköğretim gerekse ortaöğretim öğrencilerimizin öğrenme başarılarına ilişkin ulusal (ÖBBS, SBS, ÖSS) ve uluslararası (PISA, TIMSS, PIRLS) durum belirleme çalışmalarının sonuçları, çocuklarımız ve gençlerimizin başarı durumlarının düşüklüğüne ve okullar arasındaki başarı farklılıklarına dikkat çekmektedir. Bu sorunu çözmenin en temel ve kalıcı yolu öğretmen kalitesini artırmaya yönelik çalışmalar yapmaktır. Ancak bu oldukça zorlayıcı ve belirsizlikler içeren bir görevdir.”
Öğretmenin kalitesinden kastın, müşterileştirilen öğrencilerin sınavlarda başarılı olma talebini gidermesi zorunluluğu olduğu açıktır. Eğitim hizmetinin nasıl olması gerektiğinden ziyade sınav başarısının temel sorun haline getirilmesi, öğretmenleri müşteri memnuniyetini esas alan bir personel biçimine indirgemektedir. Kaldı ki metnin içeriğine bakıldığında bugüne kadar yürütülen eğitim politikalarının sorumluluğunu alması gerekenlerin, bu konuyu tali bir mesele haline getirdikleri görülmektedir. Örneğin eylem planında;
“Son on yılda eğitim fakültelerinin sayısı 54’ten 75’e yükselmiştir. Öğrenci sayısı ise 151 binden 200 bine çıkmıştır. Eğitim Fakülteleri, Fen-Edebiyat ve İktisadi ve İdari Bilimler den sonra en fazla öğrencisi olan yükseköğretim kurumları hâline gelmiştir. Ayrıca ikinci öğretimin en yaygın olduğu fakülteler yine eğitim fakülteleridir. Öğretim üyesi başına öğrenci sayısı 96’dan 64’e düşmüş ancak bazı eğitim fakülteleri ya da bölümlerinde bu sayı 100’ü aşmaktadır.” denilmektedir.
Kontenjanları artıran, yeni eğitim fakülteleri açan, gelir kapısı olarak görülen ikinci öğretimi yaygınlaştıran sanki AK Parti iktidarı değilmişçesine kaleme alınan bu tespit, üzerinden kolayca atlanabilecek durumda değildir. Çünkü bu tablonun oluşması için politika yürütenlerin akıllarında, yaşanan sorunları daha fazla derinleştirip kendi çözümlerini dayatma çabası bulunmaktaydı. Bu politikanın adına ister “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” ister, “umut tacirliği” diyelim, AK Partisi’nin yıllardır bizleri piyasacı, güvencesiz istihdam merkezli ve muhafazakâr politikalarına mahkûm etme çabası, değişmeyen bir gerçek olarak durmaktadır.
Sorunun Merkezinde Öğretmenler Değil, Eğitimi Ticarileştiren Politikalar Bulunmaktadır!
MEB’in “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi” doğrultusunda sorunların çözümü olarak, öğretmenlerimizi beş yılda bir yeterlik testine tabi tutulması, öğretmenlerin kariyer basamaklarına ayrılması eğitim fakültelerini yeniden yapılandırılması ve KPSS’yi pekiştirecek yeni uygulamaların devreye sokulmak istenmesi, önemli bir gerçeği atlamaktadır. Şöyle ki öğretmenlik, uzmanlık gerektiren bir meslektir.
Eğitimin niteliği de öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır ve öğretmen yetiştirmek için görevli kurumlar da eğitim fakülteleridir. Ancak üniversiteleri birer ticarethane, öğrencileri de müşteri olarak gören bir zihniyetin hangi kriterlerle öğretmenlerde yeterlik arayacağını sorgulamak hayati önem taşımaktadır. TKY, İKS, Performans Kriterleri gibi uygulamaların eğitimin niteliğinden ziyade, eğitimi nasıl daha iyi ticarileştirilebileceğine odaklandığı artık herkes tarafından bilinmektedir. Benim naçizane önerim sistemin aksaklıklarını, tıkanmışlıklarını öğretmene yamamak yerine sistemden kaynaklı sorunlara yapısal çözümler üretilmesinin yol ve yöntemleri bir an evvel bulunmalıdır. Yeterlilik testi vb. performans ölçücü yöntemler iş barışını bozan ve eğitim öğretime katkı sunmayan yöntemlerdir.
KHK’ler ile eğitimi piyasanın isteklerine göre düzenleyen, rotasyon uygulamasıyla sosyal ve ekonomik açıdan birçok soruna neden olan, performans sistemiyle ücrette adaletsizlik yaratmaya, iş güvencemizi ortadan kaldırmaya çalışan; ataması yapılmadığı için intihar eden öğretmenleri görmezden gelen; ataması yapılmayan öğretmenleri yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm edecek politikaların altına imza atan ve eğitimi piyasalaştırmak için adeta “cilalı proje devri” ilan edenler bilmelidirler ki “dökme suyla değirmen dönmez.”Dönse dönse bu kadar döner.