Dünyanın her hangi bir ülkesinin her hangi bir başkentinde askeri ve sivil bürokrasisinin beyni konumundaki bir yerde bomba patlasa ve o patlamada onlarca asker-sivil insan hayatını kaybetmiş olsa o ülkenin başındaki devletlilerin yapacakları ilk açıklamalar bu kayıplar için duyulan üzüntüyü içerir. Böylesine kritik bir noktayı koruyamamış olduklarının ezikliğini hissettirirler ve devletin istihbarat-polis birimlerinin ulaştığı net sonuçlar olmadan bu yapmıştır, şu yapmıştır gibi bir tutum içine girmezler.
Elbette ki bu dediklerim, demokratik hukuk devleti olmayan devletlerin bile olağan refleksidir. Ne var ki, ülkemiz devlet recalinden, hele hele böylesine her açıdan kriz yüklü bir dönemde bu “normal” tutumu beklemek bile abes olur.
Onların yapacağı ilk iş yayın yasağı koymaktır. Alelacele toplanan “güvenlik zirvelerinden” enine boyuna tartışmadan, var olan ırkçı-şoven-yayılmacı-saldırgan şablonu güncel duruma nasıl uyarlarız arayışlarına girilir. Dünyanın en kötü ve kaba senaristlerine taş çıkartacak bir absürtlük silsilesiyle kurulan senaryo, en kışkırtıcı biçimde toplumsal gündeme sokulur.
Sırf bu tutum bile bu ve daha önceki patlamaların arkasında “derin devlet” kuşkusunu akla getirir. Hele devletin karanlık mahfillerinde yıllardan beri “gönderirim Suriye'ye 3-5 adam, attırırım oradan buraya 3-5 roket...” planlamalarının pervasızca yapıldığı biliniyorsa bu ihtimal de en az diğer ihtimaller kadar güçlüdür.
Sayısız IŞİD’linin canlı bomba olarak dolandıklarını, istihbaratın bunun bilgisine sahip olduğunu, ama eyleme yöneldiklerine dair somut veri olmadığı için dokunamadığını söyleyebilen ve bundan bile “demokrasi kahramanlığı” payesi çıkaran bir devlet aklından beklenen Ankara’daki son eylemden sonra gösterilen tutumdur.
Daha patlama olur olmaz “terör örgütüdür” diye yırtındığı ve baş müttefiki ABD ye de aynı tekerlemeyi söyletmek için didindiği PYD-YPG isimleri üzerinde adeta tepinircesine “işte bakın demedik mi!” tutumu sergilenmeye başlandı. PKK ismi bile PYD-YPG isminden az anılır oldu. Hatta senaryo da hazırdı: “Suriye sınırından geçen bir grup YPG’li…”
Günlerdir Suriye’ye asker yollamanın altyapısını oluşturmaya, ABD ve Rusya gibi emperyalist güçleri bu konuda “ikna etmeye” didinen devlet ricalimiz şimdi tam beyinlerinde patlayan bombaların prestijlerinde yarattığı çiziklere de aldırmadan “fırsat bu fırsat Suriye’ye gireriz, Rojava’ya saldırırız, ikmal hatlarımızın kesildiği savaş çetelerini de daha güçlü tarzda destekleyerek Rojava’yı ezip kendi denetimimizde bir bölge kurarız” hayalleriyle esip gürlüyorlar.
Şu ana kadar hiç kimse tarafından üstlenilmeyen kim tarafından yapıldığı net olarak anlaşılmayan bu son bombalı katliam sonrası yapılan “resmi” açıklamalar savaş çığırtkanlığında siyasi iktidardan geri kalmayan, ırkçı-faşist kesimlerin yanı sıra onlarla aynılaşmış hatta onları bile sollayan bir şovenizmle kılıç sallayan türlü çeşit ulusalcısı-reformistin de hükümet kulvarına girerek savaş çığlıkları atması bir rastlantı olmasa gerek.
Mesele Kürtler olunca gerisi teferruattır ne de olsa. Cizre’de 166’yı aşkın Kürt yaralı ya da ölü yakılırken sergilenen duyarsızlık, şimdi bu eylem karşısında köpürtülmüş bir ulusal hassasiyet ve duyarlılıkla dile geliyor! Hem de henüz eylemin kimler tarafından yapıldığı bile netleşmemişken!
Ankara da gerçekleşen bu bombalı katliam Kuzey Suriye ye düzenlenecek bir kara operasyonu için bahane edilecekmiş gibi duruyor. Reuters haber ajansı 2000 silahlı milisin Kilis’ten Azez e geçtiğini haberleştirdi. Bu ve benzeri gelişmeler orta doğu çamuruna saplanmamızı hızlandıracaktır diye düşünmekteyim.
Bundan sonrasının kanlı bir iç savaş ve bölgesel savaş olmasını istemeyen herkesin yapması gereken hükümet ve çevresindeki savaş çığırtkanlarına inat barışı, bir arada kardeşçe yaşama diskurunu savunmaya devam etmesidir. Ankara da yaşanan bu son bombalı terör eyleminin asıl tahribatının halklarımızın bir arada, barış içerisinde, kardeşçe yaşayacağına olan inanca yönelik olduğunu gören yerden tepkilerimizi ortaya koyalım.