Ege’de bir kasabaya yerleşeceğim, köye kıra dağa çıkıp yaşayacağım, diye içimizde çok yaygın ‘kalıp’ bir söz vardır, her birimiz bu sözü hayatında en az bir kez söylemiştir ve çoğu zaman sarhoşluktan da şehvetten de yüksek bir iştahla bulunduğun yerden çıkmak istersin.
İçimizde bu sözü hayatında bir kez söylememiş insanlar da vardır, diyelim Tayyip Erdoğan, Davutoğlu, mermer lahitlerinde böyle tek başına kaçış huzur arayışı dile getiren cümlelerini hiç duymadık, bu kısa yazımın konusu böyle şeyler.
TARİHİN ÜÇ BÜYÜK FATİHİ
Napolyon adı batıda İskender ve Sezar’la ‘üçlü’ olarak anılır, batı tarihinin üç büyük fatihi. Fransız ihtilalı günleri bir emniyetçi olarak sokaklarda dinmek bilmeyen kaosu dindirerek işe başladı ve imparatorluğunu ilan etti ve Avrupa haritasını yeniden çizen peşpeşe seferlere çıktı, İtalya’dan Avusturya’ya Mısır’a kadar defalarca.
Napolyon yeryüzü haritasını değiştirmek istiyordu.
Moskova seferine bu yüzden çıktı.
450.000 kişilik bir orduyla. Lojistik destek, zamanlama, mevsim şartları, haritalar, teçhizat, inanç, herşey dört dörtlük.
Çar Aleksandır, Napolyon’un askeri gücünden çok psikolojisini iyi teşhis etmişti: Napolyon kendi dehasını sergilemek istiyordu, çünkü dehasına tapıyordu.
Bu yüzden Napolyon’un bu olağanüstü askeri gücüyle bir meydan savaşına girmek aptallıkların en büyüğü olurdu. Napolyon Rusya içlerinde ilerleyip bir yığın şehirleri ele geçirdikçe Çar yüzleşmekten kaçındı ve sürekli geri çekildi.
DÜŞMANI YETERİNCE İÇERİ ÇEKMEDEN ASLA SAVAŞMAZLAR
Araplar’ı Osmanlı’ya karşı ayaklandıran ünlü Lawrence’nin lafıdır, ‘Araplar sabırlıdır düşmanla asla önden aceleyle hesaplaşmaya girmezler, sizi çölün içlerine kadar çekerler, düşman ordusunu çölün zamansız mekansız çaresiz içlerine çekme alışkanlığı Araplar’da bir gelenek olmuştur. Düşmanı yeterince içeri çekmeden de asla düşmana saldırmazlar.’
Çar geri çekilirken boş durmadı, Napolyon’un yolu üzerindeki şehirleri boşalttı, tarlaları yaktı, nehirleri su depoları zehirledi, yol üstünde atları için arpa askeri için buğdayı öğütecek değirmen buğday bırakmadı. Napolyon ilerledikçe ordusu açlık ve hastalıktan kırılmaya başladı, tamamen boşaltılmış Moskova’ya Napolyon girerken ordusunun yarısı hiç savaşmadan yok olmuştu.
Çar, bununla da yetinmedi, Kazaklar’ı vur kaç gerilla taktiği olarak ön cepheye sürdü, gerilla taktiğiyle beş-on Kazak Fransız ordusunu uyutmadı, sağdan soldan arkadan ani baskınlarla, tarihin bütün büyük orduları gerilla savaşı karşısında çaresizdir, Fransızlar’ı psikolojik olarak haşat etti.
Ve Rus köylüsü, Napolyon ordusuna asla yiyecek vermedi, aç kaldı, öldürüldü asla istihbarat vermedi.
Ve Napolyon Moskova’ya kadar Rus topraklarını işgal ettiği halde, bütün bu şehirleri ayakta tutacak ‘gücü’ elinde kalmamıştı, atlarının yarısından çoğu öldü. Su yoktu. Yiyecek yoktu. Kış yaklaşıyor ve Fransız ordusunda huzursuzluklar başladı.
O kadar yolu git ve hiç birini elinde tutamadan (Moskova’da yağmaladığı sanat eserleri dışında) geri dön, olacak şey mi, 450 000 kişilik ordu geriye dönerken 25.000 kişi kalmıştı, üstelik Paris’te darbe olmuştu, Napolyon bu 25 000 kişilik ordusunu da arkada bırakıp hızla Paris’e döndü.
Bu büyük yenilgi sonrası hem Çar hem Napolyon’un psikolojisi üzerine konuşmamış yazar filozof kalmamıştır, Çar’ın dehası Napolyon’a karşı bir meydan muharebesini redetmiş olması, Çar’ın dehası, Napolyon’un içindeki ‘doldurulamaz boşluğu’ keşfetmiş olması.
Çar, Napolyon’un içinde büyük bir boşluk olduğunu, dünyayı fethetse dahi o boşluğu asla dolduramayacağını biliyordu, bu yüzden, oyunlar tuzaklar kurarak geri çekildikçe Napolyon’un ilerlemeyi sürdüreceğini ve ilerledikçe uykusuz zamansız mekansız susuz arpasız hem hastalıklar hem büyük bir psikolojik çöküş yaşayacağını hesaplıyordu.
Napolyon’un içindeki o büyük boşluk, aslında hepimizin içinde, ancak yazar ve sanatçılar o büyük boşluğu, yazarak üreterek doldurmaya çalışır, bir siyasetçi bu boşluğu, neyle doldursun?
ERDOĞAN KADAR OLABİLECEK İNSANLAR VAR İÇİMİZDE
Kanımca, mesela Tayyip Erdoğan’dan daha gaddar olabilecek insanlar var içimizde. Mesela hayatlarını psikolojilerini tanıdığımız Cem Uzan, Ertuğrul Özkök, ancak bu isimler eski İtalya başbakanı Berlusconi yöntemleriyle kendilerini hafifletmeyi başarırlardı, Osmanlı sultanlarının hareminin kalabalık olması tebanın hayrına bir şeydi, haremdeki her bir içim su cariye sultanın gazabını azaltmak için halkın tek şansıydı, türlü türlüdür, kolay değildir insanın kendini tamamlaması.
Bir şair bir mısra inşa ettiğinde dünyayı doldurduğunu düşünür, bu yüzden bir sanatçı öfkesini asla yumruklarına taşımaz. Bir heykeltıraş bir mermer heykeliyle uzayları fethettiğini düşünür, sanatçılar bu büyük boşluğu sembolik değerlerle doldurur, Orson Welles’in Yurttaş Kane filmini izlemişsinizdir, dünyaları ele geçirecek bir zenginliğe sahip olur ama çocukluğunda elinden alınan o kızak’ın boşluğunu ihtişamıyla dolduramadığını görürüz.
TAYYİP BEY'İN GADDARLIKTA KARARLILIĞI ÖVÜLDÜ
Bir siyasetçi bir komutan bir lider için o büyük boşluk, işte tarihleri‘kahramanlar’ üzerinden okuyanların en çok konuştuğu psikoloji.
Tayyip Bey, üst üste yüzde elli gibi tarihlerde az görünür seçim zaferleri kazandı, o boşluğu dolduramadı.
Tayyip Bey, Ergenekon davasıyla muhaliflerini topyekün ya yıldırdı ya içeri tıktı, o büyük boşluğu dolduramadı.
Tayyip Bey, Balyoz davasıyla askerleri hukuk mukuk tanımayarak içeri tıktı, o büyük boşluğu dolduramadı.
Tayyip Bey, muhalif partileri ekranları kapattı, ekranların ve gazetelerin nerdeyse tümünü nüfusuna geçirdi, o büyük boşluğu dolduramadı.
Belediyeler, bütçe, aklınıza gelen bütün servetleri ya yandaşlarının tapusuna geçirdi ya yağmalattı, içindeki o boşluğu dolduramadı.
Ve Tayyip Bey’e bu peşpeşe zafer günlerinde aslansın kralsın dünyada eşin yok, Atatürk’ten de büyüksün, orduyu ezdin, muhaliflerini bitirdin, senin gibisi gelmedi, destanları yazılmaya başladı, hukuksuzlukları yüzüne söylenmedi aksine gaddarlıkta kararlılığı övüldü, bu hiç kimseye nasip olmamış gerçek olmayan övgülerin hiçbiri Tayyip Bey’in içindeki boşluğu doldurmaya yetmedi.
Bu kadar zafer kazanmış(!) liderin durup dinlenmesi, gücünü pekiştirmesi, kazandıklarını hazmetmesi ilerideki hayallerinin istikbali için de daha akıllıca olurdu, olmadı.
Tayyip Bey’in kavrayamadığı sırrını çözemediği hiçbir şey olmadı. Hiç tereddüt yaşamadı, evreni çözdü, değil Anadolu’ya, Orta-Doğu coğrafyasına kendi suratlı posterini yapıştırdı, ateşi buldu, ezilen mağdur halkının ayağındaki kara çalı deve dikenlerini çıkardı.
ERDOĞAN'IN İÇİNDEKİ BOŞLUK ACIMASIZCA MÜSLÜMANLARI İMHA SAVAŞLARINA BAŞLADI
Tayyip Bey’e, doksan yıllık cumhuriyetin kaderi ellerinde, bu cumhuriyet sadece bir parantez bu parantezi tekrar kapatmak iki dudağın arasında, denildi, bu parantezin bayrağını ordusunu kurumlarını kapatmak için yola çıktı. Abdülhamit’in bıraktığı yerden yeniden fetih hayallerinin peşine düşüp ekranlardan yıllarca tuğralar parlatıldı, padişah gibi kutsal ilahi nizam nutukları çekti, içindeki o boşluğu yine dolduramadı.
Yetmedi, Suriye’ye müslüman kardeşlerin de kışkırtmasıyla savaş açtı, içindeki boşluk acımasızca müslüman imha savaşlarına başladı, Şam’da Halep’de Cuma namazı kılacağını söyledi, hiç yaralanmadı, gırtlağımızı sıktı, üstümüzde tepindi hiç kınanmadı, iç savaş kışkırtan sözler söyledi tüccar medya manşetlere taşıdı, o boşluğu yine dolduramadı.
İçindeki o boşluk için, olacak şey değil, insan ciğeri yiyen sarin gazı kullanan El Kaide’ye destek verdiler, akıl sır almaz silahlar tırlarla Hatay’dan taşındı ve Bosna’dan Tunus’a kadar bu topraklar daha bir ay öncesine kadar bir Osmanlı İmparatorluğu’nun prova dikişi olarak dışişlerinde teğellendi.
Ve Tayyip Erdoğan’ın kahraman dünya lideri naraları eşliğinde Orta-Doğu topraklarında, katliamlarla tarihi çarşılar camilerin bombalanması utanç dolu insanlık dışı kirli savaş sahnelendi.
Devleti diyaneti sayıştayı hakimleri çocuk oyuncağı demirtelden tekerlek çocuk arabası gibi parmağının ucuna sarıp çocuk neşesiyle sokak sokak Orta-Doğu’da gezdirdi, ılımlı İslam, müslüman demokrasi, ses çıkmadı.
Tam zılluhlah bir halife geliyor diyorduk ki sanırım Amerika bizden önce Tayyip Bey’in içindeki bu kemirici boşluk’u keşfetti, o boşluğu yular gibi kullanıp öyle bir çekti ki Tayyip Bey’i boşluğuna, Tayyip Bey Osmanlı’yı kuramadı ama PKK Suriye’de rüyasında göremeyeceği boşluğu bulup devletinin önünü açtı, Tayyip’in boşluğunda daha neler kurulacak bilemeyiz.
TAYYİP BEY SEÇİMLER İÇİN PKK'YLA MASAYA OTURDU
Tayyip Bey’in Osmanlı İmparatorluğu’na değil içindeki o bitimsiz anlamsız boşluğuna doğru çekilip Tayyip Bey’i yiyip bitirip büyük derin bir kuyuya düşürdüğünü, birileri iyi teşhis etmişti. Mesela, Tayyip Bey sırf seçimlere kadar zaman kazanmak için PKK’yla masaya oturdu, güya PKK’ya geçici silah bıraktırıp daha da güçlenecekti, oyun içinde oyun, PKK bu zamanı Suriye’nin kuzeyinde eşsiz bir fırsata çevirdi. Bu bir Osmanlı rüyası mı ruhun dehşetengiz karanlıklarına esir olmuş acıklı bir adamın öyküsü mü?
Tayyip Bey, içindeki boşluğa yalnız kendisini ve partisini değil, Anadolu coğrafyasını haritaları bizleri kardeşliğimizi huzurumuzu bekamızı, her şeyi de peşinden, bu son on senede, yavaş yavaş öfke nöbetleriyle vakumlayarak çekiverdi. Yitip gittik be, içimizde yumuşacık bir ot filizi dahi kalmadı, Tayyip’in ruhunun gölgesinde koskocaman bir ülke küf tutmuş çalı dibinde zehir zıkkım bir mantara döndü.
Napolyon hiç değilse, ölmeden, bütünüyle yitmeden ve Fransa’yı tamamen mahvetmeden az bir kuvvetle de olsa ‘geri çekilmeyi’ becerdi.
Şayet bir insan, dehasının farkındaysa, geri çekilme, acı tecrübe, hayal kırıklıklarını da kabullenip tanımalı.
Tayyip Erdoğan sandıktan çıkan yüzde ellisi dışında gerçek tanımıyor, ne katliamlar ne hayal kırıklıkları hiçbir vahşilik ruhunun derinliklerine inmiyor, Suriye’den kaçmış milyonlarca insan şakır şakır ağlıyor, Tayyip Erdoğan’ın parlak nutukları santim geri adım atmıyor, bu halusünatik rüya dur durak bilmiyor.
Ve en acıklısı Tayyip Bey’in hala parçalanarak düşmekte olduğu bu devasa boşluk’tan nasıl çıkacağı tam bir muamma, şimdilik hepimizin mahvına sebep olmayan bir ihtimal siyasette görünmüyor.
Ortaokulda şair Necip Fazıl’dan işittikleriyle dünya siyaseti yapılamayacağını anlayıp ona dur diyen sadece Amerika, Obama beyzbol sopasını kurt’un kafasını parçalamak için değil bu derin uykudan uyandırmak için indiriyor, sopa yemiş bu sersem kafayla da bir on yıl daha huzur içinde giderim, diye hesaplıyordur.
İktidara geldiğinde dokuz yüz km.lik Suriye sınırı en huzurlu sınırımızdı, şimdi aynı sınır tüm dünya coğrafyaları içinde Afrika dahil, en çok çatışma çıkan belirsizliğe kaosa mahküm, ve yeryüzü tarihinin en azılı El Kaide, PKK ve Hizbullah’ın birbirini imha eden en acımasız en kalleş yöntemlerle kirli savaşlarının sahnesi haline geldi.
İktidara geldiğinde Türkiye tek parça üniter bir ülkeydi, şimdi dünyada ve Türkiye’de, Türkiye’nin Tayyip’ten sonra tek parça kalabileceğine inanan kim kaldı?
Şüphesiz Tayyip Bey’in o büyük boşluk’u hepimizin içindeki insan boşluğu, bizleri kara rüzgarına alır savurur, mahveder, değiştirir, kıvrandırır, çaresizleştirir, paranoyasını halusünasyonunu içimize salar, ve ama, çoğu zaman dünyayla çağınızla sizi büyük bir hesaplaşmanın içine sokup, işte yaşadığımız dünyanın nimetlerini eserlerini özgürlüklerini insan sınırlarının gücüyle ortaya çıkartır, bu harika şeyler hangi savaştan geliyor sanıyorsunuz?
Hadi tehlikeli sulara uzatalım yazıyı.
Yazarlar çoğu kez kahramanlardan bahsedince olayları egosunun tuzağın düşüp kişileştirir, ortada Napolyon, Tayyip lafları geçiyor susmak ne kabil, fırsat bu fırsat.
Bir genç yazar olarak otuzbeş yıl önce her yazar gibi bu kusursuz boşluk’u çırpınarak anlamaya çalıştım.
Manevi ve dini gerçeği kazıyıp o boşluğu daha da ıssız adasız sahipsiz bıraktım.
En güzel ve en zararlı yaratık gurur ve egoyu beyaz kağıdın dışına atıp bedensiz o heyülayı daha da korkunç bıraktım.
Sarı kirli sayfalar üstünde gözlerimin soğuk ışığından başka dünyalı nesne bırakmadım.
Herşey iç dünyanın tekinsiz poz’unu gün yüzü görmemiş kelimelerin içine almak için.
Üslubum güzelleşip süslü kılıklara girmeden sahiden çırılçıplak o canavarın tek tek ifrit kıllarını kopartıp kıvrımlı kelimelere kaş göz kulak yapıp kocaman kitaplar yazdım.
O boşlukta sızlayıp kanıyla kağıda döküldüm.
İçimdeki nafile içimdeki beyhude içimdeki çaresizliği eşeleyerek o silik boşluğa elli yıl sonra nihayet odaklanarak portremi çizdim.
O boşluk bir altın madeni, zümrüt pırlanta süslü kelimeleri sırtıma alıp, o kuyudan, her bir senesi ayrı maceralı, basamak basamak merdivenlerinden işte kitapçı vitrinlerinde gün ışığına çıkarttım.
Neyin nesi o boşluk derseniz, bilemem, ama, o muhteşem tablonun içine, bir altmış yıl daha susarak balıklama dalarak girerim, derim.
Her bir kelime içinde bir kuş kalbinin sıcacık atışlarını duyana dek.
Hayatımı yazmadım o boşluğun deseni tezhibi olsun istedim kalemim.
Hala onunla ilk karşılaşmış gibi sarhoşum.
Ve, sorun, neymiş bu boşluk, yine bilemem, söyleyebileceğim tek mesleki sır’rım, kıpırtısız bir konuşma içindeyim.
İşte böyle günlerde, onlarca yıl ‘siyasete gir’ denilerek çok zorlandım, hazır bir maaş’a ihtiyacım olduğu halde, kabul etmedim, çünkü bu cansız soluyan yaratığı ancak edebiyat paklardı, biliyordum, şimdi Tayyip Bey’in hayatını gördükçe, şu gaddarlığı asla ama şu Osmanlı rüyaları benimkisi de ondan eksik olmazdı, diyorum, ama neyin pahasına, şu müslüman kanı, şu El Kaide, hile, tezgah, asla.
Bir yüz yıl daha kağıdın üstünden gitmeliyim, diyorum, kağıtın üstünde bu boşluk, içimizdeki en ıssız yerlere adaleti erdemi insanlığı sarsılmaz yıkılmaz şekilde nakşedene kadar, o nalları altından atlarım tercihim boş beyaz kağıtlardır, benim de yol haritam budur.
Kaba yakışıksız bir politikacı olacaksan hiç sorun yok.
Beyaz kağıda uğramadan direk gerçek bir siyasetse derdin, öyle elektrik yüklü bir tarihten geliyoruz ki, başkalarının mahvına imhasına sebep olursun insanlığa rezil kepaze olursun, ülkeni ve çocuklarını ödenmesi mümkün olmayan utançlıklar içinde bırakırsın.
Henüz otuzlu yaşlarımda, bu ülkenin eleştirmen ve aydınlarının akıl sır hala erdiremeyeceği iki büyük roman yazdım, sonra bugüne kadar otuz’a yakın hikaye makale deneme karışımı kitaplar geldi.
İstediğin güzellikte dolulukta şelaleler gibi yaz o boşluk’u kim doldurabilir? Camii avlusuna bırakılmış bir bebek gibi kimsesizliğini dahi bilmeden dünyaları fethet o boşluğu dolduramazsın.
Beyaz kağıt üzerinde otlaşmanın sessizliğini talim etmeden adalet erdem hukuk kim anlayabilir kim yaşayabilir?
Modern toplumda büyük rüyaları ancak beyaz kağıtların milyarlarca nüsha boşlukları yazar.
Hazreti Ali cenkleri okuyan Züğürt Ağa’nın dizine vurup haddini bilerek ‘biz onların yanında neyik ki’ diyen sözlerinin Tayyip Bey’in o boşluğunda yankılanabileceğini hiç sanmıyorum.
Napolyon, Enver Paşa’nın boşluğunun da sınırları vardı gün geldi geri çekilmeyi bildiler, ancak, Tayyip Erdoğan gibi insanların boşluğu, bir sayfiye yerine yerleşeyim diyemez. Benim benden başka bir ülkem var diyemez.
Tayyip Erdoğan’ın boşluğundaki insanlar, duramazlar, dinlenemezler, bekleyemezler, yaşadıkları günü yaşa anını hazmedemezler. Sabahından akşamına sessizce kımıltısızca bir gün geçirmeye tahammül edemezler.
Bir obezite hastasının durmaksızın atıştırıp gırtlaktan mideye inen lokmaları gibi, boşluklarının iştah bilmez midesine çekilirler.
O boşluk cehenneme dehşete dönüşmeden, yorgunluk bitmişlik yenilmişlik hissetmezler.
İnanın, çevresini de tanıyoruz, bu boşluk’un cehennemini şimdi durduracak gücü olmayanların hepsinin içinde aynı gayya kuyusu var.
Hiç şansımız yok, bir kuşağı böyle yetiştirdiler, güya mistik bir edebiyat, güya mistik bir yazar, sırf artistlik olsun diye içine çekildiği hastalıkları insanlığın büyük ‘girdapları’, bu dipsiz çaresiz kuyuları da ‘ilahi yücelik’ sandılar.
Kimse sormadı bu mistik ideolojiye, adalet olmadan ‘yücelik’ nasıl olur?