Bundan kırk yıl önce, büyük şehre okumak için geliyorum, hayatımda ilk defa otobüs bileti alacağım, önümde benim yaşta bir çocuk da bilet alıyor. Parasını uzattı. Gişedeki ağbi ‘para eksik’ dedi. Çocuk önündeki paraya baktı:‘ağbi, bu parayla nereye kadar gidebilirim.?’
Büyük şehirde yaşadığım sonraki kırk yıl‘nereye kadar cümlesi’ hiç aklımdan çıkmadı.
Hayatımdan-hayatlarımızdan çıkarttığım ders, kırk yıl sonra işte bu cümle: bu parayla bir yere gidemedik.
Bayramlık yazıma şöyle başlayayım, o çocuk nereye kadar gidebildi?
12 Eylül öncesi ya sağ-sol savaşının tam ortasına gitti, 12 Eylül sonrası ya PKK’lı ya da Fetöcü oldu.
Bayram, en çok çocuklar için, şimdi kapımıza gelen bu çocuklar, büyüyünce ne olacak, PKK’lı mı Fetöcü mü?
Yaşanmamış bir hayatı kuşkusuz eleştiremeyiz.
Evet, dünkü bayramların çocukları, büyüyemedi, yaşayamadı, ya PKK’lı ya Fetöcü oldular.
Evet, bugünün çocuklarına da hayatımıza-hayatlarımıza bakıp büyüyünce ne olup ne olamayacaklarını kestirebiliyoruz.
Birazcık akıl izan sahibi olalım, sorgulayacağım şey, çocuklar değil, onlara kurduğumuz yaşamın kendisidir.
Nasıl bir hayat inşa etmişsek nasıl bir hayat hüküm sürüyor ki çocukların Fetöcü ve PKK’lı olması kaçınılmaz oluyor.
Bu hayatı sorgulamadan. Henüz hayatı hiç yaşamamış bu çocuklara. Yapacağım her konuşmayla.
Bu çocukların hayatlarını tıkabasa süregiden ve durdurmaya güç yetmeyen hatalarımızla doldururuz.
Kendi hayatımızı sorgulamadan bu çocuklara vereceğimiz her öğüt, ahlaksız bir konuşmadır.
Kendi hayatımızı sorgulamadan bu çocuklara söyleyeceğimiz her söz, hastalığımızı gelecek nesillere bulaştırmadır, ne söylesek, bu çocuklar bizden bilgelik değil virüs kapar.
Kabul edelim, hepimiz hayata nasıl devam edeceğimizi bilmediğimiz bir yere geldik.
Bu çocuklar ise dolu dizgin hayat taşıyorlar.
İyi ki ‘ınternet’ var diyorum, o çocuklar orada, sineması müziği ansiklopedik bilgileriyle, bataklığına gömüldüğümüz hayatın dışında, bizim çarpıttığımız hayatın dışında, bizim düşmanlaştırdığımız hayatında dışında, başka hayatlar görebilir.
Çocuklarımızın bize bakıp görebilecekleri bir dünya kaldı mı?
HAYATIMIZI ‘KURBAN’ ETTİK
Bu bayram günü dürüst olalım ve bayramlaşmayı biz kendi aramızda yapalım, çocuklarımız hiç duymasın, sadece biz büyüklerin bayramı mübarek olsun.
Çünkü bizler, yaşadığımız hayatın kontrolüne sahip değiliz.
Sokakta nerede bomba patlayacağından hiç birimiz emin değiliz.
Çocuğumuzu gönderdiğim okulda hangi sapığın tecavüzüne maruz kalacak emin değiliz.
Hangi hakim yalan-yanlış kararıyla çocuğumuzu içeri atacak emin değiliz.
Kendi hayatımız üzerinde kontrolümüz çok zayıfladı ve milletçe kaygılı günler yaşıyoruz.
Kendi ekmeğimizi kendimiz kazanamadık ve onun bunun adamı olduk, çıkarlarımız bencilliğimiz hırsımız kifayetsizliğimiz uğruna insanlığı yaşatan en büyük değerleri heba ettik.
Hayatımızı ‘kurban’ ettik.
Okullarımızı hukukumuzu sokaklarımızı medyamızı canlarımızı çocuklarımızı, şeyhlere vahşi ideolojilere takıntılarımıza cehaletimize ‘kurban ettik’.
Bu kaygılı ve her birimizin birbirinden şüphelendiği bu bayram günü, hiç değilse, şunu kabul etmeliyiz:
Bizim yaşadığımız hayattan başka tür yaşam türleri vardır?
Ya da kabul edelim, yanlış bir hayat yaşadık.
Bugün çocuklarımıza yapacağımız en büyük kötülük bu yanlış hayattan güya ders çıkartıp çocuklarımızı öğütlemektir.
Dürüstçe soralım, hepimizin rezil olup kepazeliğin bataklığına gömüldüğümüz bu hayattan nasıl bir öğüt çıkartabiliriz?
Yanlış giden şeylerin izini sürdüğümde, ilkokul birinci sınıftan sonrasını hatırlamıyorum, ondan sonrası kayıp.
İlkokul birinci sınıfta kerrat cetveli vardı, üç kere üç kaç eder, beş kere beş kaç eder, altı kere yedi kaç eder, sonrası, başka bir cetvele düştük.
Sonra, hayatlarımız ve ideolojilerimiz, bizi hep şöyle bir kerrat cetveliyle imtihana başladı.
Bir’i sonsuzla çarparsan, beşi sonsuzla çarparsan, yüzü sonsuzla çarparsan.
Dilimiz fikirlerimiz öğütlerimiz ahlakımız her şey, niyeyse, hayatlarımızı hep sonsuzla çarpmaya hep sonsuzla imtihan etmeye başladı.
Oysa sonsuzla çarpılan beşle sonsuzla çarpılan milyon arasında fark yoktur.
Sonsuzla çarpılan şeyler ‘hesap edilemez’.
Neyi hangi fikri hangi ideolojiyi hangi ahlakı hangi üretimi hangi hayatı sonsuzla çarparsanız çarpın, sonucunu bulamazsınız.
Edebiyatımızda siyasetimizde günlük dilimizde ahlakımızda kullandığımız kavramlara-kelimelere bir daha bakın.
Nerdeyse ‘ilahi’ bir kavram ve kelime deryası içindeyiz. Kötüdür diye söylemiyorum, kişisel olarak hepimiz kullanabiliriz, ama bir devlet dili olarakbir hukuk dili olarak bir siyasetçi dili olarak ve realitemiz olduğu için söylüyorum, hayatın her anını şükürler aminler maşallahlar inşallahlarla sürdürüp gidiyoruz…
Mesela buğdayın bir milyon ton rekoltesini konuşmuyoruz, buğdayın ‘bereketini’ dilimize daha çok takıyoruz.
Bereket kötü yanlış bir kelime mi, hayır, asla, ama hep ‘bereket’ deyip ‘rekoltesini’ rakamla bilmek öğrenmek yazmak ve ürün’ü ona göre konuşmak istemiyoruz, ve siyasetçisi bereketi de kullanabilir, ama yüzbin kez bereket kullanıp bir kez rekolteden konuşmayışı, sonucunu kimsenin bilmediği başka bir cetvelin hesabı.
BİR GÜNDE KATİL FETÖ OLUVERİR
Liberali yazarı şeyhi siyasetçisi hepsi fikirleri hukuku ideolojileri ahlakı herşeyi başka bir maksat için hep ‘sonsuz’la çarpıyor.
Bu en güzel sonsuz çarpma cetvelini şeyhler ve dinci siyasetçiler ve onların kapatma karıları liberaller çok başarılı yapıyor.
Mübarek, iyilik, bereket, bunlar ‘sonsuz’ kavramlardır, ve tekrar ediyorum, insanların bu kelimeleri kullanması başka devletin maliye bakanının kullanması başkadır.
Mesela, silah taşımak suçtur, hırsızlık ahlaksızlıktır, bunlar, üç kere üç dokuz eder gibi hukukta karşılığı olan şeylerdir.
İlkokul birinci sınıfta kerrat cetveli okurken hırsızlığın ahlaksız olduğunu ya da silah taşımanın suç olduğunu biliyordum, ama sonra, sonsuzu ifade eden kavramlara düştük, silah taşıyor ama bizden, hırsız ama iyi işler de yapıyor.
Bizdendir, yakinimdir, arkadaştır, iyi insandır, dini bütündür, gibi kavramlar ‘sonsuzla’çarpılmış hukukta karşılığı olmayan şeylerdir.
Her sonsuzla çarpılan şey gibi hesabını sonucunu çıkartmak bilmek mümkün değildir.
Velhasıl, ilkokul birinci sınıftaki kerrat cetvelinden sonrasını karıştırdım, ötesi bir dünyaya düştüm, sayılar kelimeler dahi cübbe giyip, hesap edilemez, kontrol edilemez bir dünyaya düştük.
Kerrat cetveline ‘sonsuzluğu’ ‘ilahiyi’ ifade eden kelimeleri ekleyince, bu dünyanın hesabı karıştı, hukuku karıştı, devleti karıştı!
Kimsenin kimseye hesap vermediği, kim çaldı kim masum bilemediğimiz, herkesin herkesten şüphelendiği bir dünya.
Hukuk ölçüsünü kanıtlarla koyar, iyi insandır hukuk için ölçü değildir, suçun kanıtları var mı yok mu, ölçüsü budur.
İyi insan, insanı sonsuzla çarpar, şeyh yapar evliya yapar, ilahi yapar.
Ve o iyi insana hukuk dahi dokunamaz hale gelir.
Herkesin kutsalları herkesin dokunulmazları gırla gider…
Ve toplumiyi ve mübarek insanlarla dolup taşar, düne kadar evliya medhiyeleri düzülen adam bir günde katil Fetö oluverir.
Ve sonuç, Allah’a şükür, herkesin iyi ve mübarek olduğu bir bataklıkta çırpınıp duruyoruz.
Ve, çok şükür, hepimiz hala o bataklık içinde dahi ‘sonsuzun yargıçları’ gibi konuşuyor itham ediyor birbirimizi suçluyoruz.
Kabul edelim, devletimiz çarpıldı, insanımız çarpıldı, hukukumuz çarpıldı, niçin şaşırıyoruz, sonsuzla çarpan biziz sonsuzla çarpılan biziz.
Hukuku devleti insanları siyasetçileri sonsuzla çarpa çarpa, sonunda Allah çarptı hepimizi, hukukumuzun, devletimizin ağzı burnu çarpıldı.
Dün evliya deyip ışıklar nurlar içinde resmini manşete çektiğiniz insanı bugün maymun taşağına döndürüp yayınlayan yine sizsiniz!
Neyse, bayram günü, çocukluğum geldi aklıma, hayalim büyüdüğüm şehre gitti sokaklarında gezdi.
Derken, bu yazıyı yazarken hayalim ortaokulumun önünden geçti…
‘Sahi, dedim, içeri girip sorsam, burada bir zamanlar bir ‘çarpanlarına ayırma’ vardı, hala yerinde duruyor mu??
Baktım, ortaokulum çoktan imam hatipe dönüştürülmüş, çarpanları ilahi bir sonsuza bağlayıp, milletimiz kurtulmuş, İslam medeniyetimiz kurtulmuş.
Herkes bayram ediyor, ülkemiz kurtulmuş.
Ben de bir edebiyatçı olarak sonsuzlukta kurban edilip boğdurulan kelimeleri kurtarmalıyım dedim.
Mesela, ‘esenlik’ kelimesi, esenlik, biyolojik sağlığımızla ahlağımızın dengesini ifade eden bir kelime, uzun yıllardır neden bu ‘esenlik’ kelimesi kullanılmıyor.
Hadi kullanalım, bu bayram günü okuyucularıma esenlikler dilerim.
Nihat Genç
Odatv.com