Sadece Cemaat, AKP ve birkaç gazeteci değil kollektif suç işlenmiştir

Abone Ol
Ergenekon ve Balyoz davalarını‘kumpas’ ‘aldatıldık’ ‘özür dileriz’ ‘bir hata işledik’ cümleleriyle sonuçlandırmak mümkün değildir.
Biz gerçekte ne olduğunu söyleyelim toplum gün gelir iradesini ve vicdanını bulur ve kurumlar yargısını ‘uzun vadede’ mutlaka verir.
Ergenekon ve Balyoz davaları yedi yıl sürmüştür.
İlk günden. ‘kumpas’ denilen son güne kadar gerçekte olup biten nedir sorusu hala boşluktadır.
Bu süre içinde demokratik ve anayasal kurumlar bir şeyhin eline geçirilmiştir.
Muhalefet parti başkanı yazarları ve muhalif TV’leriyle polis baskını ve tutuklamalar yaşamış ve yasa dışı dinlemelerle yaka paça susturulmuştur.
Cumhuriyet ve kurumlarına karşı ‘sistematik bir iftira kampanyası’ sürdürülmüştür.
Ve sonuç bütün bu yedi yılın ‘sahte belgelerle’ bir ‘kumpas’ olduğu anlaşılmıştır.
Ordu tasfiye ediliyor.
Emniyet tasfiye ediliyor.
Muhalefet tasfiye ediliyor.
Hukuk kurumları tasfiye ediliyor.
Ve cumhuriyet’in olmazsa olmaz kurumu ‘laik karma eğitim’ tasfiye ediliyor.
Türk ve dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir büyük ‘tasfiye’ ve bir cemaat ve işbirlikçisi tarafından ‘ele geçirilme’ yaşanıyor.
Şimdi ilk güne dönelim ve bu kadar büyük ‘tasfiye’ ve ‘susturma operasyonları’ karşısında neler yaşandığını görelim.
Doğu Perinçek haksız hukuksuz içeri alındığında ‘ses çıkmıyor’.
İlhan Selçuk alındığında ‘ses çıkmıyor’.
Muhalif TV’ler ve ınternet siteleri polis baskını yerken ‘ses çıkmıyor’.
Akademiler sessiz.
Medya sessiz.
İşadamları sessiz.
Avrupa Birliği ‘sessiz’.
Nato ‘sessiz’…
Hatta 1 Mayıs bildirilerine bakarsak ‘sendikalar’ sessiz.
Eşi benzeri görülmemiş bir ‘sessizlik’ yedi yıl hükmünü sürdürdü.
Beyler bu sıradan bir korku bir sessizlik değil:  ‘KOLLEKTİF BİR SUÇ’işlenmiştir.
Bu sadece Mehmet Baransu’nun ve Taraf Gazetesi’nin suç’u değildir.
Bu sadece AKP ve dinci medyanın suç’u değildir.
Toplum olarak yüzleşmemiz gereken ‘çok ağır’ ‘toplumsal bir suç’la karşı karşıyayız.
Cumhuriyet ve kurumlarına karşı ‘vesayet’ başlığı altında ‘sistematik bir iftira’ kampanyası başlatılmış ve onlarca yıl aralıksız bu sistematik nefretin alt yapısı planla kasıtla döşenmiştir.
Engin Ardıç. Ali Bayramoğlu. Murat Belge. Taha Akyol.Radikal Gazetesi. Taraf Gazetesi. Ucu bucağı yok, NİCESİ… Fikri zikri huyu suyu birbirine uymayan liberal solcu yüzlerce yazar ve yüzlerce yayın organı… bu ‘sistematik iftiraları’ halk nezdinde yaygınlaştırmak kökleştirmek için çalışmışlar ve bu büyük ‘tasfiyenin’ alt yapısını döşemişlerdir.
Hatta PKK’lıları ekrana çıkartıp Türk Ordusu’na bir gün değil üç gün değil yıllarca küfrettirmişlerdir.
Bu sistematik nefret kampanyası o kadar çığırından çıkmıştır ki, en büyük gazetelerimiz, ulusalcılar Kürt’e düşman, ulusalcılar aleviler’e düşman, ulusalcılar’ din’e düşman, ulusalcılar insanlığa düşman, diye sistematik nefret yazıları yazmışlardır.
Ve bu uğurda yedi yıl süren ve sabahlara kadar süren TV programları yapmışlardır.
Bu yedi yıl süresince Atatürk’e ve cumhuriyet’e hakaret etmeyen ve Atatürk’ü ve cumhuriyet’i aşağılamayan ‘yazar’dan sayılmamış, Atatürk’e küfretmeyen hiç kimse ‘ekran’a çıkartılmamıştır.
Bu kolektif suç’un ‘alt yapısı’ uzun yıllarca hazırlanmış ve sistematik iftiralar onlarca yıl medyada sürmüştür.
Türkiye’ye Cumhuriyet’e Anayasal hukuk kurumlarına büyük bir kazık atılmış ve ordu emniyet hukuk kurumları tek bir ‘şeyhin’ eline geçirilmiştir.
‘Kollektif suç!’ kavramı II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da gündeme gelmiştir.
Yahudiler gaz odalarına gönderilirken bir ‘toplumun’ bakkalından yargıçlarına kadar neden sustuğu sorusu en can alıcı soru olarak yıllarca tartışılmıştır.
‘…Ama bir çok iyi niyetli Alman da yahudiler’e yardım etmiştir’ denildiğinde, evet  yahudileri koruyan bir çok Alman çıktı ama Yahudilerin gaz odalarında yakılmasını engelleyecek bir irade oluşturamadılar.’
Beyler ordu emniyet ve hukuk kurumlarının ‘tasfiye’ edilmesine Türkiye kurumları birikimi ve varlığıyla engel olamamıştır.
Alman halkı berberinden yazarına Yahudilerin gaz odalarına götürülmelerine ‘kayıtsız’ kalmıştır, sonucuna varıldı.
Bu ‘sonuçla’: Almanya anayasası yeni baştan Alman kimliği ve geçmişi cezalandırılıp tamamen silinerek Anayasal Vatandaşlık kavramıyla milletsiz ruhsuz köksüz bir anayasa yazılmıştır.
Ergenekon ve Balyoz davaları karşısında ‘büyük planlı sistematik sessizlik’nasıl oluştu sorusuyla hesaplaşırsak, aynı şeylerin bir daha başımıza gelmemesi için, çok daha dikkatli bir anayasa yazmamız gerçeğini önümüze koyarız.
Kendine ‘kainat imamı’ diyen bir şeyh bir ülkenin anayasal hukuk kurumlarını emniyetini ordusunu liberaller ve medya ve akademileri ‘susturarak’ ya da ‘lobi’ faaliyetleriyle aldatıp kandırıp susturarak nasıl ele geçirebilir?
Bu utandırıcı acı gerçek basit sıradan bir siyasi zaaf değildir.
Kendine kainat imamı diyen bir şeyh, bir ülkenin ordusunu emniyetini medyasını akademilerini susturup ele geçirirken ‘o ülke kendini ‘hangi’ kurum ve güçleriyle koruyacak?’ sorusu bir ülkenin en hayati sorusudur?
Demokrasinin olmazsa olmaz’ı ‘kuvvetler ayrılığı’ ve denetim teftiş kurumları ve Tübitak gibi bilimsel kurumları ve medyası ve akademisi YEDİ YIL SÜREYLE bu ‘işgali’ niçin seyretti?
Niçin eli kolu bağlıydı?
Bu  hepimizi utandıran Türkiye’yi utandıran ve altından hiçbirimizin uzun yıllar kalkamayacağımız çok derin hayati bir sorudur.
Bir özürle bir hata işledikle üstünden atlanacak bir soru hiç değildir.
Türkiye önümüzdeki günlerde anayasası meclisi yazarları akademisi ve medyasıyla üstüne gitmesi ameliyat etmesi YÜZLEŞMESİ gereken en can alıcı soru budur:
KOLLEKTİF BİR SUÇ İŞLENMİŞTİR.
Belgeler sadece ‘sahte’ değildir.
Sahte belgeler ‘sistematiktir’ ve bu sahtelik medyada ve hukuk kurumlarında yedi yıl hükmünü sürdürmüştür.
Yalan ve iftiralar sadece görüş bildirme fikir beyan etme kanaat söyleme düşünce özgürlüğü değildir, yalan ve iftiralar: SİSTEMATİK’tir ve yedi yıl hükmünü medyada ve akademide ve hukuk kurumlarında sürdürmüştür.
‘Suskunluk’ sadece korku ve yıldırma ürünü değildir. NATO, Avrupa Birliği, medya patronları, akademiler, birbiriyle ideolojik benzerliği hiç olmayan PKK’sından Taha Akyol’una Murat Belgesine sendikalarına kadar geniş bir çevre ‘SİSTEMATİK BİR SUSKUNLUK’a kol kanat germiştir ve bu planlı sessizlik yedi yıl hükmünü sürdürmüştür.
PKK’sı cemaati büyük medyası AKP’si TV programcıları akademileri hepsi yedi yıl süren bu sistematik kolektif suç’un ortağı olmuşlardır.
Ahmet Altan’a Hrant Dink Mehmet Baransu’ya Sedat Simavi ödüllerini‘kahramanca’ veren bir ORTAM çoktan hazırlanmıştı.
Türkiye tarihlerde görülmemiş sistematik bir nefret sistematik bir iftira kampanyasına yazar akademi ve hukuk kurumlarıyla eli kolu bağlı seyirci kalmıştır.
Tarihlerde görülmemiş bu utanç dolu kasıtlı planlı ‘sessizlik’le ordunun emniyetin hukuk kurumlarının bir şeyhin eline geçirilmesi sağlanmıştır…
Türkiye hala uykudasın hala başından neler geçtiğini bilmemektesin.
Türkiye yaşadığın hukuk cinnetini işgali kaosu ‘tanımlamak’ ve ‘teşhis etmek’ adını koymak zorundasın.
Türkiye. yaşanan sistematik bu hukuk skandallarını bir ‘özürle’ geçiştirecek kadar aptal dünyadan habersiz zavallı bir ülke değildir.
Ve artık Türkiye bir varoluşsal beka sorunuyla karşı karşıyadır, yaşadığı bu sistematik hukuk skandallarının adını koyup teşhis edecek vicdan ve iradesini ortaya koymadan nefes alması ayakta kalması mümkün değildir.
Yani bu büyük ‘kollektif sessizlik’ ve ‘sistematik iftiralar’ ve ordu emniyet ve hukuk’un bir şeyhin eline geçmesinin kaosu ya da suç’u ya da işgal’i. sonunda bir Mehmet Baransu bir Ahmet Altan ve bir Tayyip Erdoğan’ın bir özrüyle çözülecek bir hale gelmesi Ergenekon ve Balyoz davalarının sahteliğinden daha büyük bir ALDATMACA’dır.
Nihat Genç
Odatv.com