Şapka düşkü… Kel göründü!..

Abone Ol

Merhaba sevgili dostlar... Geçen hafta  günlerce kamuoyunu televizyonların başına kilitleyen  Arınç Suikastı olarak başlayıp Kozmik Oda'ya kadar uzanan 5 yıl süren bir soruşturmanın içeriğini ve  adım adım yaşananları kaleme alan Albay Erkan Yılmaz Büyükköprü'nün “Kozmik Albay” isimli kitabını okudum.  O dönem yaşananlar ve 15 Temmuz hain kalkışmasından sonra yaşananları düşününce yıllardır vicdanımı yaralayan Feto'nun benzeri bir operasyonla hem görevden alınan, hem itibarsızlaştırılan ve genç yaşta emekliye ayrılan Ömer Halisdemir Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Ferhat Ecer'in yaşadıklarının bir kısmına tanık olmam nedeniyle tarihe not düşmek istedim.

Bildiğiniz gibi 19 yıl Hacettepe Üniversitesi'nde çalıştıktan sonra memleketime tayinimi istedim ve Niğde Üniversitesi Personel Daire Başkanlığı'na Personel Müdürü olarak atandım. Evim Bor'da olduğu için Bor Halil Zöhre Ataman Yüksekokulu'na Yüksekokul Sekreteri olarak Bor'da çalışmak istediğimi Prof. Dr. Ferhat Ecer'e ilettim kendisi de uygun gördü ve ben Prof. Dr. Ferhat Ecer'in Rektör olduğu dönemlerde hep Bor Halil Zöhre Ataman'da görev yaptım.

Bir gün bir haber aldık ki Ferhat Hoca görevden alınmış, nedeni öğrenci işlerinin paralarını, yatırıldığı bankadan çekmek. Buna hiçbir anlam veremedik. Aradan birkaç gün daha geçti. Bir duyum daha aldık; Ferhat Hoca tutuklanmış. Tabi olayın içeriğini bilmediğimizden yorum da yapamadık. Neyse aradan kısa bir süre daha geçti. Hacettepe Üniversitesi'nden tanıdığım Prof. Dr. Hamza Uygun, Rektör olarak atandı. Hamza Hoca, benim Niğde'de olduğumu biliyordu ve bir süre sonra beni aradı: "Şerife senin ne işin var Bor'da? Gel buraya! Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı'na seni atıyorum" dedi. 'Emir demiri keser' dedik, kıramadık; geldik, başladık Öğrenci İşleri'ne. Bu arada tam da Ferhat Hoca yeni gözaltına alınmıştı.  Göreve başladığımda hesaplar, yani öğrenci harçları, bir bankadaki Üniversite'nin hesabına yatardı. Bu Banka'nın Niğde Şubesi'nin Müdürü'ne paranın akibeti sorulduğunda diyor ki; "Kardeşim Ferhat Bey geldi. Hesaptaki bütün parayı çekti, torbaya doldurdu gitti.  İşte imzası da burada...  Tüm bu belgeler, bilgiler mahkemeye intikal ediyor. Ferhat Bey kendinden emin bir şekilde "Bu imza benim değil!.. Ben böyle bir parayı almadım" diyor. Banka dekontu Adli Tıp'a gidiyor. Adli Tıp, "Bu imza Ferhat Ecer'e ait" diyor! Ferhat Hoca ise;"Hayır ben attığım imzayı bilmez miyim kardeşim? Bu imza benim değil"de ısrarlı. Aile banka dekontunu dışarada bir başka kuruma gönderiyor. Onlar da bu sefer; "Bu imza Ferhat Ecer'e ait değil!"  kararı veriyor.  Velhasıl önceden tezgahlanmış operasyon başarı ile yürütülüyor. Yok 'imza senindi -  benimdi' derken; bir üniversitenin Rektörü bilim adamı  Ferhat Hoca  hiç yok yere 4 ay tutuklu kalıyor. Bunun ızdırabını düşünebiliyor musunuz? İlmin zirvesindeki bir isim suçsuz yere adi suçlularla içiçe...

Bir kere o parayı mevzuata göre Rektör'ün çekme yetkisi yok! Orası bir Kamu Kurumu, Rektör de olsa; bankaya giderek nakit bir şekilde çekemez. Kanun gereği hesaptaki tüm parayı; üniversite  ayın sonuna kadar ilgili birimlere aktarmak zorundadır. Neyse; biz gelelim yine ana konuya; sonuçta imzanın Ferhat Ecer'e ait olmadığı belgelendi. Böylece de Ferhat Ecer, mahkeme huzurunda aklandı.  Kanun önünde Prof. Dr. Ferhat Ecer, aklanmış oldu. Ancak; bu zaman zarfında Ferhat Hoca, kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırıldı. Halkın gözünde hırsız damgasını yedi.  En verimli yaşlarda emekli olmak zorunda kaldı. Velhasıl; halının altına süpürüldü, geçti gitti... 

Yani sizin anlayacağınız; operasyon başarı ile sonuçlanmış oldu. Biz de aslını - astarını bilmeden kendi memleketimizin çocuğunu adeta infaz ettik.  Kenarlarda - köşelerde, kampüste - kantinde günlerce bire bin katarak, ballandıra ballandıra anlattık.  Sanırım Ferhat Ecer'e bir özür borcumuz var. Sorup etmeden kul hakkına girdik.

Artık maske düştü kel göründü! “Balyoz”, “Ergenekon”, “Sarıkız” ve diğer operasyonlarla  emekliye sevk  edilen askerler aklandı ve çoğu görevine döndü. Dönmeyenlere ise itibarı iade edildi.  Ancak Yükseköğretim Kurumu bu anlamda bir çalışma yapmadı, ya da benim haberim olmadı. Bu tip operasyonlar  sadece askere  yapılmadı ki!  Her kuruma, her birime yapıldı. En iyi yaptıkları da işte bunun gibi insanları itibarsızlaştırmak oldu.  Şimdi sormak gerekir; Üniversitelerden bu şekilde emekliye ayrılmak zorunda bırakılanlar için bir çalışma yapıldı mı?  Haksızlığa uğramış Prof. Dr. Ferhat Ecer gibi hocaların itibarı ne zaman iade edilecek? Veya böyle bir çalışma var mı?

Evet; dilimizin döndüğü, kalemimizin elverdiği ölçüde size durumu anlattık. Ancak  Ömer Halisdemir Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Ferhat Ecer'in de bizlere söyleyecek sözü vardı onu da, "Söz müdafaanın" diyerek sizlere aktarmak istedik. Gelin ona da kulak verelim:

Şerife Hanım,

Mahkeme sürecinde ilk yazı ve imza analizi raporunu ben İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Adli Tıp Uzmanı'na yaptırarak mahkemeye sundum. Uzman raporunda "kesinlikle imza aynı elden çıkmamıştır" dedi. Yanı imza sahte diye rapor verdi. Hatta özel görüşmemizde "eğer aynı elden çıkmışsa diplomamı yırtarım" diyecek kadar da iddialıydı. Bunun üzerine mahkeme İstanbul Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi uzmanı hakkında İstanbul Adliyesi'ne, uzman hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu talepleri reddedildi. Bu işlem sonunda Niğde Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı İstanbul  Adlı Tıbba gönderdi. Oradan gelen cevap tek satırdı: "İki imza aynı elden çıkmıştır."

Daha sonra aynı imzaları İstanbul Adli Tıp'tan emekli  bir kriminoloğa incelettik, o da fotoğraflarla bilgisayar destekli imza incelemesinde, imzanın her harfini mukayese ederek iki imza farklı ellerden çıkmıştır, aynı değildir diyen 10 sayfadan daha fazla bir rapor verdi. Üçüncü olarak Emniyet Kriminoloji Uzmanı iki birinci sınıf Emniyet Müdürü'nden imzaları incelemelerini rica ettik. Onlar da yaptıkları incelemede - ki 15 sayfaya yakın bir inceleme raporu sunmuşlardı- "Bu iki imza aynı elden çıkmamıştır" şeklinde rapor verdiler. Bütün ısrarlarımıza rağmen Ağır Ceza Reisi, ikinci bir incelemeye göndermediği gibi, bizim ısrarla rapor üstüne rapor getirmemizden, yeniden inceleme talebimizden rahatsız oldu. Reddi hakim taleplerimizi de kabul etmedi. Ağır Ceza Reisi kafasında sanki hükmünü vermiş gibiydi ve öyle de oldu. Ancak Yargıtay bunu yeniden değerlendirerek hakkımdaki bu kararı bozdu ve davanın Ağır Ceza'nın değil, Sulh Ceza'nın konusu olduğunu gerekçe göstererek bozdu.

ilginç bir şey, Niğde'de bu kararı veren Ağır Ceza Reisi Mustafa Simavlı bu arada önce İzmir'e, sonrasında da Yargıtay'a Üye olarak görevlendirilmişti. 15 Temmuz FETÖ kalkışmasından sonra tutuklanan Mustafa Simavlı, yapılan yargılamalar sonucunda 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. İyi halinden dolayı indirimle 10 yıla mahkum edildi. Kaderin garip cilvesi.

Haluk Ferhat ECER