«Nalı mıha tebdil eden ALLAH!»
1976 yılında bir akşam namazını Beşiktaş Sinan Paşa Camii’nde kıldım. Namaz sonrası orada bulunanlardan iki kişi ayağa kalkarak arapça bir şeyler ifade ettiler. İmam Efendi onların sözlerini tercüme ederek bize aktardı : «Değerli Müslümanlar, biz Paris’den geliyoruz. Sizinle sadece beş dakika konuşmak istiyoruz. Bizi dinlerseniz sevineceğiz.» dediler.
O anda bir kaç kişi ayrılmak isterlerken tekrar konuşmaya başladılar : «Biz para dilenmeye gelmedik. Eğer içinizde paraya ihtiyaçları olanlar varsa yardım da edebiliriz. Biz senemizin 9 ayında Paris’de otomobil tamircisi olarak çalışıyor, üç ayında da dünya ülkelerini geziyoruz. Dünya insanlarının geleceğini karanlık gördüğümüz için manevi olarak insanlara bir şeyler anlatmaya, maddî ve manevî destek olmaya çalışıyoruz. Amacımız insanları uyarmak, uyandırmak ve kendi varlıklarını irdeletmek...»
Hepimiz tekrar oturduk ve onları dinlemeye koyulduk. Onlardan biri : «İnsanlar kendilerini, çocuklarını, sıkıntılarını ve ülkelerini yönetemiyorlar. Parmaklarının aralarına sigaralarını alanları, kahvehanelerde vakitlerini öldürenleri, ilimden, bilimden uzaklaşanları, ahlâk dışına çıkanları, adaletsizlik yapanları kimler yönetiyorlar? Her geçen gün sahip çıkılacak değerlerimizin sayısı artıyor. Ucunu kaçırdığımız fırsatlar, yitirdiğimiz ömür, yaşlandırdığımız vücut, bizden uzaklaşan samimiyet, erdemlik ve vefa gibi insanî duygulara tekrar ulaşmak oldukça güçleşti. Bu sebeple önce kendi kimliğinize, ülkenize sonra çevrenize ve değerlerinize sahip çıkın! Yakın gelecekte yani 2000 yılından sonra üzerinize gelebilecek felaketlere hazır olun... Yöneticilerinizi seçerken dikkat edin... Size en çok kötülük Müslüman’ım diyen İslâm’la ilgisi olmayan, emperyalist ülkelerle işbirliği yapan insanlardan gelecektir. Ülkenizi, değerlerinizi, geleceğinizi koruyun...» dedi. Ve her ikisi ayağa kalkarak : «Bizim gibi yapacağınıza söz verin ve içinizden ne geliyorsa dua edin» dediler. Hepimiz ayağa kalktık ve ellerimizi açarak dua ettik.
Ben de içimden : «Ya Rab bana da sen Paris’i nasip et, gerçekleri göster. Oradan dünyaya sesimi duyur… Şahsıma insanlara uyarıcılık görevi ver. İnsanlara faydalı olmamı, kalplere girmemi sağla ! Nerede olursam olayım uzakları ; uzaklıkları bana yakınlaştır.» diye dua ettim.
«Alma mazlumun ahını gelir aheste aheste…»
Orada yaptığım duanın yankıları bir sır halinde Bor’a yansırken ben oluşacak şartlara da bilmeden hazırlık yapıyordum. Günahkârlar, hainler, gafiller, seyirciler, suskunlar da bu yönde sanki görevlendirilmişlerdi. Bu insanlar, içlerinde barındırdıkları karanlıkların açtığı kapılardan girecekler bana sataşacaklar veya kötülük yapacaklar ve kendilerini idama götürecek suçları işleyeceklerdi. Benim masumiyetime bulaşacaklar ve bu suçlarının karşılıklarını da birer birer alacaklardı.
(Devam edecek)