Hal böyle olunca hızla yoksullaşan, mülksüzleşen, mesleki haleleri kaldırılan milyonlarca işçi ve emekçiyi zaptı rap altında tutmak, düzen içerisinde posa haline getire bilmek, emeklerini daha çok sömürüp, yarattıkları artı değere rahatça el koyabilmek için yönetiminde merkezileşmesi ve tek elde toplanması zorunluluğu vardır. Ülkemizdeki son 25 yıldaki sermaye artışı, üretimin geldiği düzey gibi vb. göstergeler 50 Milyon açlık sınırının altında yaşayan yurttaş gerçekliliğiyle burun buruna gelince totaliterleşmeye giden yolun taşları da hızla döşenmeye başladı.
Siyasal iktidar 2015 seçimlerine kadar önündeki tüm riskleri, faşist baskı ve saldırganlıkla bertaraf etmekte kararlı olduğunu ısrarla gösteriyor. Onun son günlerde zıvanadan çıkan söylemlerinin altında yukarıda belirttiğim gerçeklik var. Egemenlerin sınırsız ve sorumsuz sömürülerine dikensiz gül bahçesi misali bir zemin hazırlamakla görevli siyasal iktidar bu görevini yerine getirmede en büyük engelin örgütlü halk yığınlarının olduğu bilinciyle en örgütlü muhalif güç olan HDP ve onun Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a yönelik saldırılarına hız veriyor.
30 Mart 2014 yerel seçimleriyle başlayan HDP yükselişi 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimleriyle devam etmiş, Kobane’ye yönelik dayanışma eylemleriyle (sıkça zikredilen 6-8 Ekim sokak gösterileriyle) baskıyla şiddetle zatı rap altına alınamayacağını gösteren kitlesel gücüyle egemenlerin ve siyasal iktidarın uykularını kaçırmasıyla eş zamanlı “Kamu Güvenliği” söylemiyle meclise sevk edilen yeni ve daha kapsamlı baskı yasaları ile kendini tahkim etme çalışmalarına başlamış oldu.
Siyasal İktidarın şatafatlı projeleri, yeni-Osmanlıcı böbürlenmeleri, bölgesel aktör pozları dönemi, BOP’un-GOP’un eş başkanlığı hayalleri, “ılımlı İslam modeli” havaları; bütün bunlar en çok da 2013 yazından başlayan son 1,5 yıllık sürede hızla erozyona uğrayıp yolsuzluk iddialarıyla da yönetememe krizinin girdabına kapılmasıyla kendi geleceğinin geleceksiz olduğunu, hızla sıfıra doğru engelleyemediği düşüşünü durdurmak için iktidarına yedeklediği yığınları maniple edip yanında tutmak için saldırgan bir dil kullanma taktiğine geçti.
Dolayısıyla gerek sermaye düzeninin ekonomik ihtiyaçları, gerekse düzen içinde alternatifi olmayan AK Partisi hükümetinin tüm maskelerinin dökülmesinden kaynaklı oluşan siyasi riskler, kolluk güçlerine verilen olağan üstü yetkilerle birlikte yaşamın her alanında polis devletine dönüşmeyi zorunlu hale getirmektedir. Bu zorunluluk halidir HDP ve Selahattin Demirtaş’a yönelik “kan “içeren demeçlerin bir biri ardına tekrar edilmesine sebep olan.
AK Parti iktidarının 2015 seçimlerine kadar sıkı sıkıya baskı ve zorbalığa dayanacağı artık kesinlik kazanmış bulunuyor. Zaten başka bir seçeneği de yoktur. Bunun işleyebilmesinin yolunu ise, oy desteğini aldığı kitleleri (ki bunun ağırlıklı bölümü işçi sınıfı ve emekçilerden oluşuyor) koyu bir dinsel ve milliyetçi bir dille zehirlemekte görmektedir. Son günlerde gündemi meşgul eden Milli Eğitim ile din şuralarında planlanan düzenlemeler, Osmanlıca dayatması gibi tutumlar bir yandan dinsel söylemin etkisindeki kitlelerin desteğini diri tutmanın hamleleriyken, diğer yandan da toplumun bir bütün olarak dinsel yaşam formatıyla çevrelenmesine yönelik hamlelerdir.
Annem Leman Özkan sözleridir “puşt, puştluğunu yapacak asıl önemli olan senin ne yapacağın. Puşttun puştluğuna susup seyirci mi kalacan? Yoksa ona karşı mücadele mi edecen?” Evet, siyasal iktidarın yeni güvenlik yasalarıyla toplumu zaptı rap altına almasına susup seyirci mi kalacağız? Yoksa tüm demokratik mücadele yollarıyla karşı mı koyacağız? Sayın Selahattin Demirtaş’ı “yedirteceğiz mi?” Yoksa yedirtmeyeceğiz mi? Elbette tüm baskı yasalarında karşı koyup sayın Selahattin Demirtaş’ıda siyasal erg’e yedirtmeyeceğiz.
Ancak HDP/HDK bünyesindeki örgütlü güçler ve onunla birlikte hareket edecek diğer toplumsal muhalif güçler AK Parti yönetimindeki devletinin zorbalığına karşı, ancak bu dalgakıranları aşarak gerekli yanıtı verebilirler. İktisadi ve sosyal saldırıların, siyasal iktidarın despotizminin, gerici dayatmalarının sürekli artmasının oluşturduğu hoşnutsuzluklar birleşik-örgütlü bir mücadelenin olanaklarını dünkünden daha çok sunmakta. O hal de seyretmeyi bırakıp HDP/HDK saflarında mücadeleye atılma zamanıdır. Değil mi?