Niğde, masallardaki “bir varmış bir yokmuş” ile başlayan meşhur girizgâh misali, dünyada ama dünyadan uzak bir rüyanın içinde akıp giden bir nehre benziyor. Fakat öylesine durgun, öylesine sessiz, öylesine derin bir uykuda ki; insan uyandırmaya kıyamıyor. Şehrin üstünde bir durgunluk, bir ölü toprağı serpilmişlik, bir eylemsizlik hali var. Yağ, un ve şekerimiz olduğu halde helvaya hasret yaşamamıza bir anlam veremiyorum. Tez vakitte harekete ve hareketin getireceği berekete şiddetle ihtiyacımız var.
minvalde eski Niğde unutulmuşluğa terkedilirken bunu uzaktan seyredenler şimdi dizlerini dövüyorlar. Whatsap gruplarında ve Facebook mecrasında ah vah edip, “anamın hakırdak dürümü, dedemin çanağı, ninemin tükürük hokkası” edebiyatı yapanların çoğu Niğde’den kopukturlar. nlardan bazıları yaz aylarında Niğde’ye gelip bağın bahçenin sefasını sürer ancak şehre inmezler dolayısıyla şehirdeki değişimi, kültürel deformasyonu da görmezler. Niğde’den kopuk yaşayanların içinde “Niğdeliyim” demekten utananları da gördü bu gözler…İçlerinden kimileri ise çocukken ayrıldıkları Niğde’ye elli senedir, altmış senedir ayak basmamış, şehre tamamen yabancılaşmıştır. Niğde merkezden olanlar ilçe ve köylere, köylerden olanlar ise şehir merkezine aşina değildirler. Okey masalarından kalkıp Çamardı’nda, Dündarlı’da alabalık yemeğe gitmeye bile üşenirler. Niğde Müzesini, Alaeddin Camiini, Hüdavend Hatun Kümbetini, Esenbey Türbesini, Kalender Baba Türbesini, İlyas Ağa Mescidini, Ağa Yusuf Yatırını merak edenler varsa bile gidip yerinde görme çabasına girmezler. Yukarıda kısaca örneklendirmeye çalıştığımız bireysel boş vermişliğin kolektif oluşumlarda da karşımıza çıktığını görmekteyiz.
Niğde dışındaki hemşehri dernekleri ve vakıflar da kuruldukları ilk yıllardaki misyon ve faaliyetlerini ne yazık ki günümüze taşıyamadıkları gibi kollektif şuur eksikliğinin giderilmesi hususunda da maalesef pek gayret gösteremediler.
Sonuç olarak Niğde özelinde kendi köyünü, kasabasını, mezrasını dünyanın merkezi olarak görme hali son bulmadan bu iş çözümlenemez, mikro milliyetçilik düşüncesi bir tarafa bırakılıp Niğde şemsiyesi altında birleşilmezse buna benzer binlerce makale yazılır, şehrin imar ve ihyasına yönelik hamleler hedefine ulaşmaksızın geri kalmışlık sürer gider, tatlı uyku hali de devam eder…
Bayburt’un dağlarında uzak bir ıssızlıkta kurulmuş, sıradışı mimarisiyle dikkat çeken Baksı Sanat Müzesi her yıl yüzlerce yerli ve yabancı konuğu ağırlayıp birçok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Bizler ise dünya cenneti Aladağlar’da dâhi doğru düzgün misafir ağırlayamıyoruz. Dağın yamacında fonksiyonu tam olarak belirsiz iki bina da sağlıklı hizmet vermekten yoksun. Yerli veya yabancı turistin gelmesini istiyorsak öncelikle asrî bir konaklama ve yeme içme imkânı sağlamamız gerekir. Buraya gelen dağcı ve kampçıları Emli Boğazında, Arpalık yaylasında yalnız bırakmayalım. Müzesiyle, mutfağıyla, yöresel ürünleriyle kısıtlı vakitleriyle anlamlı ve ölümsüz kılalım. Challet (Dağ oteli) kıvamında oteller, yörenin dokusuna uyumlu bungalovlar inşa edelim. Özel veya tüzel projelerle bunlar rahatlıkla hayata geçirilebilir. Geçtiğimiz yıllarda Hürriyet gazetesinin turizm ilâvesinde çıkan Aladağlar yazısını ve muhabirin alamadığı hizmetler hakkındaki yorumlarını unutmayalım. Başımızı kuma gömmeyelim.
Her şeye rağmen Niğdemizden umutluyum. Azimli ve basiretli bir Valimiz, vazifelerini layıkıyla yapan Vali yardımcılarımız, gayretkeş Milletvekillerimiz, kariyerlerinin başında, genç, atak pırıl pırıl kaymakamlarımız, idealist ve kararlı Belediye Başkanlarımız, yörelerine hâkim muhtarlarımız ve sayıları az da olsa bu şehrin tarihine kültürüne kafa yoran insanları var.
“Niğde’den bir şey olmaz, böyle gelmiş böyle gider!” deyip umudumuzu yitirmeyelim, öğrenilmiş çaresizliğin pençesine düşmeyelim.