Evet, bilimsel düşünce yöntemini kendinden öncekileri en ince ayrıntısına varana dek inceleyip tüm ayrıntılarına vakıf olduktan sonra diyalektik materyalizmin yasalarını o güne kadar bilinen tüm bilimsel yöntemlerin üzerine çıkartıp bir biçimiyle öncellerini tarihin çöp tenekesine gönderen bilim insanları aynı yasaları toplumların gelişimine uyarlayarak, tarihsel materyalizmi formüle ettiler. İşte bu bilimsel formülasyondur bu satırlarının yazarını ve benzerlerini toplumcu düşünmeye zorunlu kılan.
Toplumların gelişim dinamiklerini, üretim araçları ve üretim ilişkilerinin gelişim seyrine göre ayrıştırarak, ilkel komünal toplumdan köleci topluma, feodal toplumsal yapıdan kapitalizme geçişi kendi tarihsel yasasıyla ele alarak, bir toplumsal yapıdan diğerine geçişin kaçınılmaz zorunluluklarını ortaya koyması biçiminde özetleye bileceğim tarihsel maddecilik düşümce sitematiği kapitalizmin de kendi mezar kazıcılarını, yani işçi sınıfını yarattığını ve bu sınıfın toplumcu bir düzen kuracağını işaret eder.
İşte bu, bilimsel/tarihsel bir zorunluluktur beni benim gibileri toplumcu düşünmeye sevk eden. Ancak bu tarihsel zorunluluğu ne kadar içselleştirdiğimiz, bu bilimsel yönteme ne uygun davrandığımız tartışma konusudur.
Londra merkezli kıtlık ve açlık sorunlarına çözüm üretmeyi amaçlayan Oxfam adlı kuruluşun yayınladığı rapora göre, dünya üzerindeki en zengin 85 kişinin toplam mal varlığıyla en yoksul 3,5 milyar insanın toplam mal varlığı birbirine eşit. Rapora göre, 85 kişinin toplam mal varlığı, 1 trilyon sterlini buluyor.
Yine aynı araştırmaya göre, dünyanın en zengin yüzde 1′lik kesiminin toplam mal varlığı ise 60 trilyon sterlin. Bu rakam, dünyanın en yoksul yüzde 50′lik kesimin toplam zenginliğinin 65 kat fazlasına tekabül ediyor.
2008′den beri ekonomik kriz içerisinde bulunan kapitalist dünyanın halklara sunduğu yaşam standardı bu. İnsanın hayalinde bile canlandırması zor. 85 kişi, 3,5 milyar kişinin sahip olduklarından fazlasına el koyuyor. İşte, tarihsel olanla toplumsal olanın buluşmasının zorunluluğu bu kadar net ve kaçınılmaz. İnsanlık, kendi kurtuluşu için kapitalizmi mezara gömmeye mahkûm.
Liberal bir kuruluş olan, “Bu kadar adaletsizlik yaparsanız toplumsal patlamalar kaçınılmaz olur” diye devletleri uyaran Oxfam’ın Yönetim Kurulu Başkanı Winnie Byanyima, “21. yüzyılda yaşıyoruz ve şu an dünyanın yarısının nüfusunun -ki bu 3,5 milyar eder- toplam kazancı, hepsi ancak çift katlı bir otobüsü dolduracak sayıda olan küçük bir elit topluluğun kazancına denk, bu gerçekten şaşırtıcı” diyerek ilginç bir benzetme yapıyor
Evet, kapitalist sistem var oldukça, ancak çift katlı otobüsü dolduracak sayıda asalak, neredeyse tüm dünyayı iliklerine kadar sömürmeye devam edecek. İşte, bunu bilip de susmak görüp de görmezden gelmek insan olmama halidir. Dili dönen döndüğünce eli kalem tutan eli kalem tuttuğunca bu gerçekliği anlatmak zorunda diye düşünmekteyim
Arap isyanlarıyla başlayan, Yunanistan’dan İspanya’ya, Ukrayna’dan Vietnam’a, Brezilya’dan Şili’ye, Gezi’den Hamburg’a isyan dalgaları, toplumsal zorunluluğun öznelerinin tarih yapmak için sahnede olduğunun görünen yüzleri. Bizzat kapitalist sermaye düzen sahiplerinin ve onların kuruluşlarının dile getirdiği gerçeklik şu ki, kapitalist dünya daha bir süre krizden çıkamayacak (ve de nasıl çıkacağı konusunda bir vaatte de bulunamıyor) ve gelir uçurumundaki dengesizlik artarak devam edecek. Bu da, sokakların daha fazla ısınması demek.
Sözün özü özeti, tarihsel maddeciliğin yasaları işliyor. Kendi mezarını kazan kapitalizm, insanlığın sırtında çok çok ağır bir yük ve insanlığın bu yükü daha fazla taşınması mümkün değil. Toplumsal zorunluluk yasası tam da buradan toplumcu düşünmeye zorunlu kılıyor. Evet! 85 kişi bir tarafta, 3,5 milyar insan bir tarafta. Kimin safında yer alacağıma, neye akıl yorup neyi yazacağıma bu gerçeklik karar veriyor. “Börtü böcek, çiçek kürekle alakalı yazsan olma mı?” Diye samimiyetle soranlara saygıyla saygıyla duyurulur.