TSK’daki istifalar, ABD’nin, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde, İslâm dünyasını dönüştürme stratejisinin Türkiye’ye yansımalarıdır. ABD, Türk Ordusu’nu, İslam dünyasında acil müdahale gücü olarak kullanmak istemektedir. Türkiye’nin Mısır, Libya ve Suriye olaylarında açıkça isyancıları desteklemesi, ABD’nin isteklerinin yerine getirildiği anlamını taşır.
Kıbrıs’ta milli çizgiye dönüş zannedilen politikanın arkasında da Amerikan desteği vardır. Ekonomisi çökmüş olan Yunanistan, AB tarafından rehin alınmıştır. Rum kesimi AB egemenliğindedir. Buna karşılık NATO ülkesi ve ABD’nin bütün isteklerini yerine getirmekte olan Türkiye’nin adadaki askeri varlığı, ABD’nin varlığı anlamına gelmektedir. Zaten Birinci Kıbrıs Barış Harekâtı da ABD desteği ile yapılmıştı.

***

ABD, Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesini istemektedir. Zaten, Suriye’deki isyanın arkasında Türkiye’nin de desteği bulunduğu, Amerikan basınında yazılmaktadır.
Hatta Prof. Michel Chossudovsky, “Suriye’de BOP operasyonları” nı anlattığı yazısında “Silahlı isyancıların Türkiye ve Ürdün kanalıyla gizli bir biçimde desteklenmeleri, hiç şüphesiz ortak İsrail-Türkiye askeri ve istihbarat anlaşması çerçevesinde koordine edilmektedir” diye yazmıştır.
Bir NATO ordusu olarak geçmişte Amerikan çıkarlarını gözeten darbeler yapan, muhtıralar veren TSK, zihinlerden Sovyet ipoteği kalktıktan sonra bu tür politikalara karşı çıkmaya, hatta Avrasya seçeneklerinden bahsetmeye başlamıştı.
Turgut Özal’ın Genelkurmay Başkanlığı’na getirdiği Necip Torumtay, Birinci Körfez Savaşı sırasında, ABD baskısı ile Irak’ın kuzeyini işgal etmeye karşı direndi.
Turgut Özal ısrar edince de istifa etti.
Bu, bir pasif direnişti. Bana göre, o dönemde, Necip Torumtay, istifa etmek yerine Turgut Özal’ı tutuklatabilirdi.
Çünkü Özal, “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla işbirliği yapmak, Türkiye Devleti’ni savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde başka devletlere karşı hasmane hareketlerde bulunmak, düşman askerî hareketleri yararına anlaşma yapmak” gibi suçları alenen işlemekteydi.
ABD, bu Avrasyacı direniş sebebiyle TSK’ya karşı, 5 Kasım 2007 tarihinden itibaren siyasi iktidarı, yargıyı ve medyayı yönlendirerek, psikolojik bir çökertme operasyonu başlattı. TSK bünye olarak buna direndikçe, komutanlar, siyasi iktidar ile kendi emirlerindeki genç subaylar arasında sıkışıp kaldı. Hukuk dışı uygulamalara ses çıkaramadılar, istifadan başka yol bulamadılar.

***

Orgeneral Işık Koşaner veda mesajında, 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuşun tutuklu bulunduğunu, tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmenin mümkün olmadığını anlattıktan sonra “Bu durum, bir çok defa yetkili makamlara iletilmesine, anlatılmasına ve takip edilmesine rağmen soruna yasal çerçevede bir çözüm bulunması mümkün olmamıştır” dedi.
Koşaner, tutuklu general ve albayların terfi edememesiyle peşinen cezalandırıldıklarını da hatırlattı.
Peki hangi irade peşinen cezalandırıyor Türk Silahlı Kuvvetleri’ni? Düşman kim?
Operasyonun düğmesine 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’da basılmadı mı?

***

Bundan sonraki süreçte, yeni komutanların, ABD’nin Suriye ve İran ile ilgili taleplerini yerine getirmesini isteyecek olan siyasi iktidarla aynı sıkıntıları yaşayacağı açıktır. Elbette yeni komutan Necdet Özel’in tutumu etkili olacaktır ama Necip Torumtay’ı da Turgut Özal’ın Genelkurmay Başkanı yaptığını bu sebeple hatırlattım. Yani, ordu üzerinde yapılan hesaplar ters tepebilir!
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, millet varlığını tehlikeye atacak olan Amerikan taleplerini uygulamasını isteyen siyasi iktidara karşı kurum olarak direneceğini değerlendiriyorum. Bu durumda, iki testiden birisi kırılacaktır.