Tayyip Erdoğan, AKP içindeki Kürt kökenli milletvekillerinin teröristlerle kucaklaşan BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı olduklarını açıklaması üzerine, parti grubunu Meclis’te değil de genel merkez binasında topladı. Erdoğan, Abdullah Gül’ün, 1994’te Meclis kapısında yapılan milletvekili tutuklamalarının bir sonuç getirmediğini hatırlatmasına de değindi ve “Şimdi 2012’deyiz, şartlar değişti” diye cevap verdi.

AKP içinde bu konuda meydana gelebilecek büyük bir çatlak, yarın Başkanlık seçimini de tehlikeye düşürebilir. Erdoğan, bu sebeple acil tedbir almaya çalışıyor..

***

Bu arada Erdoğan, BDP’lileri suçlarken “BDP ‘Kürt meselesi’ adıyla ortaya bir başlık atmış ve bunu çözmek için değil, bir Türk meselesi çıkarmak için böyle bir fitneyi, böyle bir nifak girişimini alevlendirmek için çok güçlü bir tahrik içinde, güçlü bir provokasyon içinde olmuştur. Biz Türk milliyetçiliğinin de Kürt milliyetçiliğinin de karşısındayız dedik; nasıl bir tavır içinde olduklarını görüyoruz” diye konuştu. Oysa ünlü Diyarbakır konuşmasında Erdoğan da “Kürt meselesi”ni kabul etmişti..
Bu durumda Erdoğan’a, “Peki sen hangi milletin başbakanısın ve neyin milliyetçisisin?” sorusu sorulmalıdır. Öyle ya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi Türk Milliyetçiliği’dir; Erdoğan ise Başbakanı olduğu devletin kuruluş felsefesini ortadan kaldırmaya çabalayan, bunu da ABD ve AB desteğiyle yapan bir konumdadır. Hatta önünde tek bir engel kaldığını, onun da Anayasa olduğunu düşünmektedir.
Eski ceza yasası tabiriyle, Erdoğan, “Anayasa’yı tağyir, tebdil ve ilga” girişimini sürdürmektedir. Nitekim AKP’nin TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunacağı “Temel Hak ve Özgürlükler” bölümüyle ilgili önerilerin ayrıntıları netleşmeye başladı. AKP’nin yeni Anayasa önerisinde Türk vatandaşlığı tanımından “Türk” ve “Türklük” kelimeleri atılıyor.
Almanya başbakanının “Ben Alman milliyetçiliğine karşıyım” , Rusya başkanının “Ben Rus milliyetçiliğine karşıyım”, Amerikan başkanının, “Ben Amerikan milliyetçiliğine karşıyım” dediğini düşünebiliyor musunuz? Böyle bir söz kullanırlarsa, görevlerinde bir dakika bile duramazlar. Ama bizim halkımızın önemli bir bölümü açıkça “Türk Milliyetçiliği’ne karşıyım” diyen zihniyeti, çeşitli gerekçelerle, hatta milliyetçilik iddiasıyla destekleyebiliyor; kendi varlığını ortadan kaldırmayı düşünenlere hizmet edebiliyor.

***

Bu ahval ve şerait içinde, Türkiye’nin milliyetçi partisinin genel başkanı Devlet Bahçeli, AKP’nin başkanlık sisteminden maksadının demokrasi olmadığını belirterek, “Buradaki gizli niyet ve amaç yönetim modeli adı altında rejim değişikliğidir. Başbakan Erdoğan, meşruti monarşinin tekrar kurulmasını ve kendisini de seçilmiş sultan olmasını beklemekte ve bunun için gayret göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti 89 yıl sonra eskiye, geriye ve denenmişe kafayı takan bir maceraperest müsrif siyasetçi tarafından tehdit edilmektedir” diyor..
Bahçeli’ye sorulacak “Peki ama, siz bunu önlemek için her salı günü Meclis’te bir konuşma yapmak dışında ne türde bir girişimde bulunuyorsunuz? Anayasa uzlaşma komisyonunda niçin yer aldınız? Yeni Anayasa için TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in TOBB desteğinde sürdürdüğü kamuoyu oluşturma toplantılarına neden destek verdiniz? Buna karşı, yurt çapında sürdürülen Milli Anayasa forumlarına MHP’lilerin katılımını neden önlüyorsunuz? Bu forumu düzenleyenleri beğenmiyorsanız, neden siz bütün MHP kadrolarını ve ülkücüleri seferber ederek, Türk Milleti’ni ayağa kaldırmıyorsunuz?” sorularının cevabı bellidir ama mesele bundan ibaret değildir.

***

İktidar partisi Türkiye’nin temellerini havaya uçururken milliyetçi partinin genel başkanı, haftada bir konuşma yapmakla yetinirse, orada bir danışıklı dövüş olduğu anlaşılır.
Milliyetçi Türklerin tepkileri, MHP Genel Başkanı tarafından frenlenmektedir. Buna karşılık iktidarın Türklük aleyhindeki girişimlerine alkış tutan medya çevreleri, Bahçeli’nin bu tutumunu “Ülkücüleri sokaktan çekti” diye her fırsatta övmektedir..
Bir ülkenin direnç gücünü temsil eden gençleri, kendilerine kumanda eden odak tarafından pasifize edilirse, orada artık bir dış güç aramaya gerek yoktur. Türk Milleti’nin direnç gücünün nerede kırıldığı bellidir.

Yeniçağ