Aradan birkaç gün geçmişti. Sultan Mahmut, eskicinin durumunu merak edip eskiciye uğramış. Onun halinde değişiklik olmadığını görünce eskiciye;
– Birkaç gün önce sana yiyecek hediye veren oldu mu? Diye sordu.
– Evet, kızarmış bir kazı tepsi üzerinde verdiler.
– Peki, onu yediniz mi?
– Yedik efendim.
– Yalan söyleme, yemediğin bellidir.
– Doğru efendim. Yemedim, ihtiyacım vardı onu sattım. Sultan saraya dönünce bir kaz daha kızartıp, içini altınla doldurup eskiciye yeniden yollamıştı. Yahudi eskiciyi izliyor, kolluyordu. Bu kez kızarmış kaza daha çok para ödeyerek satın almıştı. Bu durumdan en çok da eskici memnundu. Sultan Mahmut eskicide yine değişiklik görmemişti. Belli ki o Yahudi eskiciden kazı satın almıştı.
Sultan, iki kese altını saray hizmetlisine verip, Cuma namazına giden eskiciyi bu altınlarla taşlamasını emretmiştir.
Eskici “acaba kör olsam camiyi bulabilecek miyim diyerek, o gün gözlerini bağlayıp öyle namaza gitmişti. Dönüşte yine aynı uygulamayı yaptı. Kendisine atılan altınları görememişti. Adamları durumu Sultana ilettiler. Sultan Mahmut eskiciyi huzuruna çağırtmış, eline bir kürek vermiş sonra da;
– “Al bu küreği hazineme gir, bir kürek ne kadar altın alırsa senindir” demişti. Eskici hazinede, altın yığınına küreğini heyecandan tersinden doldurmuş, küreğin üstünde bir altın olduğunu görenler şaşırmıştı. İşte bu esnada Sultan Mahmut, eskiciye;
– “Vermeyince Mabut (Tanrı), neylesin Sultan Mahmut” demiştir. Zenginin arabası dağdan aşar, garibanın arabası düz yolda şaşar. Dün öyleydi, bugün de öyledir.