İstihdamda son yıllardaki çok kısmi artış eğilimi durdu, yeniden azalma başladı. İşsizlik ise yeniden artmaya başladı. Yatırım ve tüketim harcamalarında yavaşlama ile birlikte banka mevduatlarında yeniden dolara dönüş, gelecek belirsizliği ve endişesinin de arttığını gösteriyor. Sistemden gıdasını alan bazı zengin iktisatçılar yüzde 4 olan yıllık büyüme resmi tahminlerini, şimdiden yüzde 2′ye çekerek revize ettiler. Bu ülkemiz ekonomisi için yarı-durgunluk anlamına gelmektedir.
Ülkemiz ekonomisindeki yavaşlama, kapitalizmin küresel kriz baskılanmasından ve Hükümet ve Merkez Bankası’nın ekonomiyi “kontrollü soğutma” politikalarından kaynaklanıyor. Ancak kapitalizmin küresel entegrasyonunun son derece arttığı günümüzde, ekonominin kontrolünün salt ulusal temelde sağlanabilmesi de mümkün değil. Yunanistan siyasal krizle birlikte daha büyük bir ekonomik çöküntünün eşiğinde duruyor. ABD ekonomisinin yılın ikinci yarısında yeniden durgunluğa girmesi bekleniyor. Çin ise, bu yılki büyüme tahminini 2,5 puan düşürdü.
Avrupa’da Fransa’dan sonra Yunanistan, İngiltere, gelecek yıl Almanya’da da sosyal-demokratların kapitalizmin acı reçetesini emekçi kitlelere dayatmak üzere hükümetlere gelmesinin beklenmesi ve “mali disiplin” politikalarından “neo-keynesçi” addedilen ekonomik büyüme politikalarına geçiş de krizin çözümü olmadığı halde denecektir. Çünkü kredi muslukları açılarak, sermaye teşvikleriyle ekonomi geçici olarak canlandırılsa da, sermaye değersizleşmesi engellendiğinden kriz ötelenir, ancak çok geçmeden şiddetlenerek geri gelir. “Neo-keynesçi” addedilen istihdam artışı da, en esnek-güvencesiz kölece çalışma koşullarının yaygınlaştırılması ve gerçekte kısmi güvenceli istihdamın da ortadan kaldırılmasıdır. Zenginlerin mutlak ve göreli artı-değer sömürüsünü artırmak ve buna direnişi bastırmak için işçi sınıfına gözü dönmüş saldırganlığı her durumda devam eder.
Ülkemizde sermaye şu an krizde olmasa da, küresel mali kriz politikaları aynen ülkemizde de uygulanıyor. Yani sermaye krizde değilse krize girmemek için, krizdeyse çıkmak için biz boğazına çöktüğü emekçiler açısından her daim kriz devam etmektedir.
Sayın Başbakanımızın biz kamu çalışanlarının zam talebine, “Yunanistan gibi oluruz” yanıtı, zenginlerin tipik savunma refleksidir. Öyle ya “Yunanistan’ı batıran az çalışıp çok tüketen işçiler olmuştur!” Yunanistan gibi olmamak için işçilerin ölümüne çalışıp ölmeyecek kadar tüketmesi gerekir! Çin gibi olmak gerekir! Aslında tüm söylenen, sermayenin krize girmemesi, girerse de çıkması için işçilerin her daim gırtlağına kadar krizde olması gerektiğidir! Patronların işçilerin en safiyane talepleri karşısında dahi en iyi durumda söylediği gibi: “Sizin bu taleplerinizi yerine getirirsem, rekabet gücüm kalmaz, iflas ederim, siz de işinizden olursunuz!” Siz benim kölemsiniz, varlığınız varlığıma feda olsun, demenin de nazikçe sidir.
Sınıf bilinci, sermayenin mantığını, kırk katır kırk satır seçeneklerini reddetmekle başlar. Biz ne Yunanistan, ne Çin gibi olmak, ama ne de Türk gibi kalmak istiyoruz. 23 Mayıs’ta grevdeyiz. Ve fakat “emek yağmasını sonlandırma ve sömürüyü sınırlandırma mücadelelerinin ötesinde, üretici güçlerin geldiği bu aşamada, özel mülkiyetin toplumsal mülkiyet tarafından aşıldığı, meta ilişkilerinin son bulduğu, paylaşıma dayalı, üretimin toplum tarafından planlandığı bir dünya düşü kurmak, düşlerimizle gerçeklik arasında bağlar oluşturmak içinde greve gidiyoruz.
İnsanca bir yaşam mümkün onu kuracak ve yönetecek iradenin ise biz emekçiler olduğunu bilince çıkarmak, dosta düşmana haykırmak ve neoliberal değil, çalışan alın teriyle geçinenlere yönelik politikalar oluşturulması için grev ediyoruz. Yunanistan olmak için değil, işimize onurumuza ve ekmeğimize sahip çıktığımızı göstermek için greve gidiyoruz.